Özlemimi gidermek için buraya geldim”
TTK’dan emekli Sedat Kıdem özürlü kontenjanından işe girdiği için “Hiç madene inmek nasip olmamıştı. Burada görmek nasip oldu çok güzel olmuş gerçekten. Yapanları tebrik ederim. Elerine sağlık. Madene inmiş gibi, o havayı teneffüs ediyor insan. Duygulandım gerçekten.” diyor.
BEÜ İktisat Fakültesi’nde öğrenci olan Gül Görmüş’ün hikayesi tüm Zonguldaklıla gribi. O da hiç ocağı görmemiş ama pek çok yakının ocaklarda yitirmiş. “Ailemden bir çok kişiyi maden hastalığından dolayı kaybettim. Hepsi ciğerlerinden rahatsız oldu, kanser oldular o yüzden çok merak ediyordum madeni. Burası beni çok duygulandırdı. Gözlerim doldu bir garip oldum. İçerideki bilgilendirme de çok güzeldi. Emeği geçen herkesin ellerine sağlık.” derken gözleri doluyordu.
Rıza Köroğlu bir maden emeklisi. Yıllarını verdiği ocaklara yeniden girmiş gibi bakıyor etrafa. Meraklı gözlerle bakmıyor da teftiş ediyor adeta. Usta gözlerle tahkimatta noksan var mı diye bakıyor. “22 sene oldu maden den emekli olalı. Özlemimi gidermek için buraya geldim. Tıpkı gerçekmiş hissine kapıldım.” derken etraftaki tahkimatı kontrol ediyor. Eliyle göstererek “ İngiliz kilidi derler buna” diyor ve ekliyor ardından. “Bunu çok çekerdim ben. Bu demir bağlarını da çok taşıdım sırtımda. Hep ayakta çalıştım ben. 22 sene usanmadan çalıştım. Madende ufak tefek kazalar geçirdik tabii ki. Fakat bu herkesin başına gelebilecek türden kazalardı. madende kaybettiğim yakınlarım oldu. İki tanesinin cansız bedenini kendim çıkardım.” derken bir Zonguldak klasiğini anlatıyor acıyla.
“HERKESİ BURAYA SOKMAK LAZIM”
Nusret Bostancı Almanya’da yaşayan gurbetçi. Merak etmiş. Kalabalığın peşine takılıp o da girmiş ocağa. Heyecanla anlatıyor. “Maket olsa da bir madene girmek çok güzel. Kolay değildir tabii ki orada çalışmak. Maket olduğu halde bile bu kadar ağır bir havası varken, içerisini düşünmek bile bana çok zor geliyor. Ocağa da girdim. Fakat 46 senesinde harp vardı. Alarm çaldı. Hepimiz sığınmak için sığınak olarak ocağa girdik. İlk kez de burada bir madene girmiş oldum.” derken kentin bambaşka bir boyutuna dikkat çekiyor.
Murtaza Yılmaz da emekli bir maden işçisi. Hararetle anlatıyor yaşadıklarını. “Asma ocağından emekliyim ben. Taramacıydım. Demir bağ vuruyordum. Bu İngiliz kilidini bizim kıvırcıklar çekiyordu. O kıvırcık arkadaşların kefeni sırtına alıp bismillah diyerek ayağa çıkar, o benim kıvırcık arkadaşım da dörtlük direği çatısının arasına alır, ipi beline bağlar soluk soluğa ayak başına çıkartırdı.” derken o meşakkati yeniden yaşıyordu adeta. Anlatmayı sürdürdü: “Madencinin zorluğu buydu. Büyük amirlerimiz, büyük baş adamlar geldiği zaman, böyle gösteriş için maden girişlerinde durmasınlar. Böyle ayağa soksunlar, alçak yerlere soksunlar da akılları başına gelsin. Görsünler madenci nasıl para kazanıyor. Madencinin hakkını versinler. Birine çok, birine az vermesinler. Şu Zonguldak’ta madenleri kapatmasınlar. Dışarıdan gelen gaza güvenmesinler. Yarın öbür gün harp çıkar da orası gazı keserse gene madene dönecekler. “ derken değme politikacıya taş çıkartıyordu. Zonguldaklı olmak, biraz da yurt için canını vermek demekti. Bir gerçeği daha açıklıyor Yılmaz, “Biz 74 harbinde izin günlerimizde dahi çalıştık. Madenleri kapatmayın. Kömür çıkartmak için en az 4-5 sene hazırlık yapacaksın. Maket bu arda güzel yapılmış. Ama bir de bunların yeraltında dik ayakları var, baş aşağı var, baş yukarı var, dar yerleri var. Yıllar sonra maket de olsa buraya girmek benim için büyük şeref. Güzel yapılmış burası çok güzel yapılmış. Düz yerde bunu yapmak kolay tabi, bunu ben de yaparım. Önemli olan bu korumaları, sağlıklı ortamı yer altın yapabilmek. Eski madenci olarak derim ki, gaz alacaklarına madene kuvvet versinler. Madenleri daha da korunaklı yerler haline getirsinler. Yarın oldu ya, dış memleket gazı kesti, kışın ortasında bir metre karda ne yapacaksın? Madenleri de kapatırsan ne yapacaksın? Kazada arkadaşlarımı kaybettim. Ama orada kazada kaybettiğin kişiyle kan bağın olmasa da, arkadaşın tıpkı ailen gibi oluyor. “ derken bir de insanlık dersi veriyordu herkese.
“MADENCİ EŞİ OLMAK ÇOK ZOR”
Bayram ve Cemal Beylerin biri TTK garaj’ında şoför, diğeri de Üzülmez’den emekli. Burasının halk için çok önemli olduğunu düşünüyorlar onarla göre Zonguldak’ta yaşayıp da madeni hiç görmeyenlere bu maket ocak çok büyük bir hizmet. Sözleri birbirine karışarak anlatıyor duygularının “Vatandaş burada çok duygulanıyor. Bu daha yüzey ama olsun, yine de mini bir maden. Burada insan ürperiyor. Değişik bir atmosferi var. Grizu da yitirdiklerimiz aklımıza geliyor, hüzün dolu yor insanın içi. Düşünsenize burası iş yeriniz ve sabah eşinizle çocuklarınızla helalaşarak işe geliyorsunuz. Geri dönmeme olasılığını biliyorsunuz. Ocağa girdin mi eve döneceğin meçhul. Yani ocak böyle bir yer ve burada o duygu var gibi. Alın teri var burada. Birçok yakınımızı kaybettik, ben dede mi kaybettim.” derken yaşam hikayesinin tüm Zonguldaklıların özeti olduğunu anlatıyor.
Nezahat Kanyılmaz yerüstünde çalışan bir maden işçinin eşi. “Çok heyecanlandım, eşim yer yüzünde Merkez Atölyesi’nde çalışıyor. İlk defa madene indim gibi bir his var içimde. Eşimin işyerini ziyaret etmiş gibi hissediyorum. Allah yeraltında çalışanlara kolaylık versin. Onları korusun. Ailelerine, yuvalarına bağışlasın. Çok zor bir durum madenci olmak. Madenci eşi olmak ise bir o kadar kötü. Ekmek parası yapacak bir şey yok.” derken Zonguldak’ta kadın olmanın acılı yanına işaret ediyor biraz da…
“BENİ ÖLDÜ DİYE MORGA KOYDULAR”
Yüzünde hala o günlerin yara izini taşıyan, ölmeden morga konulan Saim Yusufoğlumadenden emekli olalı 21 yıl olmuş ama hâlâ oraları özlüyor. Şimdiki madencileri hiç beğenmiyor. Madenciliğin kendi zamanlarında yapıldığını iddia ediyor. “92 yılında emekli oldum. Beni alsalar yine aynı yerimde, aynı mesai arkadaşlarımla işe başlarım. Burası tam gerçeğe uygun olmuş, çok güzel olmuş. Bu donatımı yeraltında da yapsalar, bekli de bu kadar kazalar olmaz diye düşünüyorum. İlk aklımdan geçen bu oldu. Tabii bir de gelen şunu diyor, ‘Ay ne güzel, bak maden güzelmiş.’ Hayır, öyle değil tabii ki. Suratımdaki yaraları dikiş izlerini görüyor musunuz, bunlar benim geçirdiğim kazada oldu, beni öldü diye morga koydular. 88’de bir kaza geçirdim. Kafam parçalanmış. Kendimden geçince, beni öldü diye kefenleyip morga koydular. Kızım beni teşhis etmeye geldiğinde feryat etti. Onun çığlığına karşılık kolumu oynattım. Alelacele dikiş yaptıkları için yüzümde iz kaldı. Bir de vagonu temizlemek için kalan kömür parçalarını temizlemek için vagona girdiğimde, arkadan gelen vagonun çarpmasıyla kafam vagona çarptı. Boynumda da boydan boya dikiş izleri var. Vücudum harita gibi, her yerinde madenden bir hatıra gizlidir. Bunca şey yaşamama rağmen dediğim gibi madene inme imkanım olsa yine hiç düşünmeden iner orada çalışırdım. Maden bizim yaşamımızın bir parçasıdır.” diye anlatırken gözleri yaşarma sırası bize geliyor bu kez.