MÜŞRİKLER “ALLAH” SÖZCÜĞÜNÜ VAHİYDEN ÖNCE BİLİYOR VE ONA İNANIYORDU

Abone Ol
 MÜŞRİKLER “ALLAH” SÖZCÜĞÜNÜ VAHİYDEN ÖNCE BİLİYOR VE ONA İNANIYORDU
 
Muhammed Peygamber’in eğitim ve öğretimi devam ederken bir yandan da inananlarında eğitim öğretimleri devam etmekteydi.Ancak Mekkeli yöneticilerin Peygamber’e ve ona inan insanlara yaptığı işkenceler karşısında Müslümanların bir kısmı korku ve çaresizlik içinde dinlerini gizlemek zorunda kalıyorlardı.Bu nedenle de Allah kendine sığınıp hangi konularda nasıl yardım istemeleri gerektiğiniFelak ve Nas sureleriile bildirdiğini bir önceki yazımız belirtmiştik.İhlâs suresi, Mekke'de, 22. sırada ve Nas Suresi’nden sonra inmiştir. Sure sadece Allah'ın sıfatlarından bahsettiği için ona tahsis edilmiş gibi algılanmış ve o nedenle “Allah'ın birliğini halis kılmak” anlamına gelen “İhlâs” adı verilmiştir. Surede, gerçek ilâh ve Rab’da olması gereken nitelikler belirtilmiştir.
 
İhlâs Suresi hakkında, surenin baş-diş ağrılarına iyi geldiği, belli sayıda okunduğunda okuyana sevap sağladığı gibi birçok rivayet uydurulmuştur. Rabbimizin anlaşılmak ve sonra da hayata geçirilmek üzere ağır ağır okunmasını bildirdiği Kur'an'ın belli sure veya ayetlerinin belli sayıda okunmasının insana sevap kazandırdığına ya da fiziksel rahatsızlıklardan kurtaran bir “sihirli kitap” işlevi gördüğüne inanılması bize göre “büyük günah”tır. Çünkü Kur’an hakkındaki böyle bir algı, Rabbimizin Kuran'ın indiriliş amacı olarak açıkladığı temel ilkelere terstir. Zaten aklını çalıştırabilen her insan, manası anlaşılıp öğüt alınarak hayata geçirilmesi gereken bir kitabın ya da bu kitaba ait bir ibarenin, manası anlaşılmadan okunmasından kendisine bir yarar gelmeyeceğini bilir ve bu yollara başvurmaz.
 
Kur’an’la ilgili klâsik eserlerde surenin inişi ile ilgili değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerin hepsi de bir takım rivayetlere dayandırılmıştır. Bu rivayetlerdeki ilk ortak nokta, peygamberimize Allah'ın neye benzediği yolunda bir soru soruluyor olmasıdır. Gerek bu sorudan önceki ayrıntılarda ve gerekse soruyu soranların Yahudiler mi, Hıristiyanlar mı, yoksa müşrikler mi olduğu konusunda hikâyeler birbirinden ayrılmaktadır. Hikâyelerdeki ikinci ortak nokta ise İhlâs Suresi’nin Mushaf’taki sırada, yani Nasr ve Tebbet surelerinden sonra 112. sırada indiğinin kabul edilmesi ve bu kabule göre iniş gerekçeleri uydurulmasıdır. Hâlbuki İhlâs Suresi 22. sırada inmiş olup Mushaf’ta 112. sıraya konması sahabenin içtihadına göre olmuştur.
 
Ancak bize göre bu surenin iniş sebebi, ister gerçek bir olaya dayansın ister takdiri olsun, ilk inen ayetten bu yana herkesin kafasında oluşmuş merakları gidermek içindir. Bunu tam olarak anlayabilmek için, ilk vahiy olan AlakSuresi’nden bu sureye kadar inen tüm vahiyleri göz önüne aldığımız da yüce Rabbimiz kendisini bizlere “Senin Rabbin”, “Yaratan Rab”, “Kalemle öğreten Rab”, “En üstün olan Rab”, “Rabbülâlemin”, “Rabbülmeşrikıvelmağrib(doğunun batının Rabbi)”, “Rabbülfelâk”, “Rabbünnas”, “Melikinnas”, “İlâhinnas” ifadeleriyle, genelde “Rab” olarak tanıtmıştır. Başta peygamberimiz olmak üzere, sahabe, müşrikler, Yahudiler, Hıristiyanlar, herkes bu Rabbi merak etmekte ve tanımak istemektedir. Bize göre İhlâs Suresi, kafalardaki “Kimdir bu Rab?” sorusuna yanıt vermek için indirilmiştir.(Tebyin-ül Kuran)
 
“Ey Muhammed!De ki: “O Rab, bir tek olan Allah'tır. Samed olan Allah'tır. Doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey O'na denk olmamıştır.”(İhlas, 1-4)
 
Bilindiği gibi Mekkeli müşrik Araplar,Allah’ı inkâr etmiyorlardı.AncakAllah’a aracılar vasıtasıylaulaşılacağına inanıyorlardı.Onlar Allah adına putlara,geçmişteki önemli zatlarabağlı kalıyor ve bunlarınAllah yolun da sadece birer vesile olduğu iddiasında bulunuyorlardı. “Biz onlara sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” (Zümer 3) diyorlardı. Ortak koşucu Araplar,Allah’a inandıklarını söylüyor,Kabe’yi ziyaret ediyorlar ve kendilerince ibadetlerini yapıyorlardı.Ama Kabe’ye yerleştirdikleri ve Allah’aulaşmakta aracı olduklarına inandıkları varlıklara yakarıyorlardı.Şefaatlerini bekledikleri ve Allah’a yaklaştıracaklarına inandıkları bu varlıklara Lat, Menat ve Uzza isimlerini takmışlardı.Allaha inandıklarını söyleyen ortak koşucu Araplar,şefaatini umdukları Lat,MenatveUzza’nın Allah olduğunu iddia ediyor,onların çok kutsal ve saygın varlıklar olduklarına inanıyorlardı.Geçmişte saygın kişiler olan bu isimlerden ve meleklerden şefaat umuyorlar ve kendilerinin Allaha inandıklarını söylüyorlardı.
 
Allah sözcüğü,Araplarınputlara tapındıkları, birçok tanrının varlığına inandıkları,Muhammed Peygamber’in İslami tebliğe başladığı dönemden önce debildikleri,inandıkları ve söyledikleri bir sözlüktü.YaniAllah kelimesi,Arapların ilk kez peygamberin İslam’ı tebliğe Kuran’dan duydukları bir sözcük değildi.Öyleki Kuran’dan önce ortak koşucu Arapların dilinde onların en büyük putlarının adıydı. Öteki tanrılar ise,en büyük tanrı olarak kabul ettikleri Allah’a varmada bir aracı,bir vesileydi.Mekkeli ortak koşucu Arapların,Allah sözcüğünü nasıl kullandıkları Kuran’da çok net olarak bildirilir. “Yemin olsun ki!Ortak koşuculara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?Güneşi ve ayı kim emrinize verdi?’ diye sorsan ‘Allah’ diye karşılık verirler”(Ankebut,61)“Ortak koşucular gemiye bindikleri zaman,dini sadece Allah’a ait kılarak O’na yakarırlar.Ne zaman ki onları denizden kurtarırız,tekrar ortak koşmaya başlarlar” (Ankebut,65)
 
MüşriklerRab olarak bildikleri ve inandıkları,gözleriyle gördükleri nesneler,putlar ve varlık sahibi kimselerdi. Kendisini göremedikleri ama aya,güneşe boyun eğdiren,adına da “Allah” dedikleri üstün bir güç olduğuna inanıyorlardı.Ortak koşucuların kavrayamadıkları yada görmek istemedikleri gerçek,Allah dedikleri en üstün gücün dışında tapıp bağlandıkları bütün ötekilerinin uydurdukları,kendilerinin tanrı saydıkları, gerçekte ise bunların tanrı olmayan varlıklar olduğuydu.Dahası Mekkeli müşrikler,meleklerin Allah’ın doğurduğu kızları diyorlardı. Mekkeli müşriklerin“Allah” anlayışları böyle idi.Ve onların dillendirdikleri bir “Allah” sözcüğü vardı.Öte yandan o çağda yaşayanYahudi önderlerinin,Hz Üzeyir’e Hıristiyan önderlerinin deHz İsa’ya “Allah’ın oğlu” sıfatını verdikleri biliniyordu.
 
Allah’a ortak koşmadan inananlar ile Allah’a ortak koşarak inananların,inanç bazında açık ve kesin olarakyollarını ayıran Allah inancı nedir?Çünküortak koşucularda “Allah” diyor, tek Allah’a inananlarda.Peygamber,Allah’tan gelen vahyi öğreniyor,yazıyor ve inananlara öğretiyordu.Ama bu sureye kadar henüz Müslümanların inancında “Allah” kavramı iyice yerleşmemişti. İlk inen Alak Suresi ile başlayıp bu sureye kadar“Yaratan Rab”,“Kalemle öğretenRab” , “En üstün olan Rab”, Alemlerin Rabbi”,”Doğunun ve batının Rabbi”“Şafağın Rabbi”; Nas Suresi ile de “İnsanın Rabbi”, “İnsanların yöneticisi”, ”İnsanların ilahı” ifadeleriyle, kendini hep Rab olarak tanıtıyordu. Ama henüz Allah kavramıyla ilgili net bir bilgi verilmemişti. Peygamber de, hem nazari hem de pratik eğitimini ve öğretimini, vahiy geldikçe tamamlayacak ve insanlara aktaracaktı.Henüz işin başındaydılar.İşte muhatabı müminler olan ve onlara,Allah inancında,hangi ölçüler içinde olmaları gerektiğini yani Allah inancında,inananlarla ortak koşanların konumlarını belirleyen vasıflarını,Allah,bu süredekısa ve açık bir şekilde netleştirmiştir.Böylece Allah” kavramının,kafalardaki ve gönüllerdekikargaşasını ortadan kaldırır.
 
Sure de vasıflarını çok açık bir şekilde bildirdiği üzere,“pek çok ilahlar,tanrılar,rabler yok,yalnızca “Bir olan Allah vardır. O Allah ki,hiç kimseye muhtaç olmadığı fakat her şeyin O’na muhtaç olduğu,sonsuz ve mutlakolandır. O doğmamışve doğrulmamıştır. Hiçbir şey Allah’ın dengi ve benzeri değildir”  buyurarak ilah da Rab de, tek “Bir” olan Allah’tır. Allah dışında tapınılacak ve bağlanılacak bir şey yoktur.Artık,inananlarla, ortak koşucuların lafız olarak söyledikleri Allah’ıninanç bazındaki vasıfları kesin olarak açıklanmıştır. Buradaki “Bir” sayı olarak “iki”nin yarısı değildir.Çünkü Allah,hiçbir şeye benzemeyeceği gibi,rakamsal olarak,sayı ile deifade edilemez.Buradaki bir”birleştirici ortak değerdir.Bundan maksat, “O” bütün insanların ortak Allah’ı olmasıdır.(M.Sağ)