“Mutlu Bir Siyasiyat ” mümkün mü

Abone Ol

 Uzun sürdü soğuklar bu sıra. Biraz mola verse diyorum, sanki kafamı toparlayıp dolaşacağım! Biliyorum, açsa da gökyüzü gönlünce dolaşmaya ne zaman var ne de… Kapasa da gerçekte başka etmenler var, yüreği sıkıp buran. Dahası üşüten, kuşatan. Mesela “param olsaydı askerliğimi bedelli mi yapardım?” sorusunu bugünlerde kim bilir kaç kişi içinden geçirmiştir! Çoğu kişi için anti-militarist olmadıkları halde yanıt “evet” kısaca. Çünkü hayatlarını kazanma konusunda önlerindeki uzun zaman dilimini askerlikle bölmek istemiyorlar. Anti-militarist zaten askere gitmemek için tüm toplumu ve yasaları karşısına alır. Yaptığına katılsanız da katılmasanız da altında bir felsefe olduğu gerçektir. Öyle her “anti-militaristim” diyenin göze alacağı bir şey değil o. Hapse girersin, dayak yersin, toplumda ötekileştirilirsin, hayat boyu seni rahatsız edecek zorlamalarla boğuşursun. Bunları göze alan sayısı da tüm ülkede dördü beşi geçmez herhalde.

Yok, yok… Konu bu değil. Ben askerliği 19 ay yapmakla kalmadım; askerliğimi de Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesini bırakmak zorunda kaldığım süreçten sonra dönmeye çalıştığımda, yönetmelikler tecilsiz dönüşümü kabul etmediği için yani mühürlü bir evrak eksikliği yüzünden ve askerlik şubemde askerliğimi tecil etmeyip doğruca acemi birliğime gönderdiği için iki tür bir bedelle ödedim. Bu yüzden hayatımın büyük parçasını oluşturan yeteneğimin iz düştüğü Resim Bölümünü ancak 20 yıl sonra Zonguldak’ta Güzel Sanatlar açılınca tamamlayabildim. Şimdi bu yaşta resim öğretmeni olmak için büyük ihtimalle boşuna bir gayret göstermekteyim. Formasyon bitse, KPSS. Yine on binlerce kişi ile yarışıp duruyorum! 20 yıl önce benimle başlayıp resim öğretmeni olanlar artık emekliliğe gün sayıyorlar. Kendi kara mizahıma gülmekteyim.

İnsanların hayatlarında böyle büyük kırılmalar oluşabiliyor. Bir arkadaşım bu durumumu sıkça dile getirdiğim zamanlarda “herkesin öğretmen olmasına gerek yok” demişti. Sanki yarama merhem oluyor bu tesellisi! Bizim üniversitedeki hocalar da sanatçı olmamızı öğretmenliğe bulaşmamızı isterler. Sanki sanatçı olmak için okul bitirmek gerekiyor ve sanatçı olduğumuzda bir atölye açıp ayakta durmayı başarıyoruz bu şartlarda! Gerçektende tok açın halinden anlamıyor. Neyse, bunları dile getirmemin nedeni bende ki yaranın boyutlarının anlaşılması sadece. Bu konuları sayfada yer doldurmak için yazmıyorum.

Siyaset denen mekanizmanın başındakiler, bedelli ile oy ve para avına çıkmasa zaten içime gömdüğüm bir konuydu, hatırlamayacaktım şu sıra. Hayatta zaman ve sağlık gidince geri gelmiyor. Parayı bir şekilde geri döndürebilir insanlar. Umut dediğimiz şeyi bu durum üzerinde konuşlandırıyoruz acizce. Zaten parası olmayan yine paşa paşa askere gidecek sistemde. Yoksa kim koruyacak vatanı? Çok adaletli bulmuyorum bu konuları. Vatan, millet tarafına girmeyeceğim. Politikacılar iki dakikada hamaset diliyle perişan eylerler beni eminim! Ben sıradan insanın yaşadığı askerlik tecrübesinden, hayatının önemli bir bölümünden bahsediyorum sadece. Askerlik çok değişik bir tecrübe. Bilen biliyor nihayetinde. Yalnız, olan fakire oluyorsa bu tek kelime ile vahşi kapitalizmdir. Eşitlik değildir. İnsanın kendini sorguladığı ve sınadığı bir tecrübe olan askerlik hizmeti askerliğini uzun süre yapmak zorunda olanlar için anlamsızlaştırıldığında birçok değer sistemini yeniden kurmakta alimlerinize inciler döktürseniz işe yaramayabilir artık. Ki nerede o yemin törenlerine davet edilen askere destan i şiirler yazan şairler şimdi?

“Sıkıntını kaşı” dedi Nietzsche adlı kedi    

Zorlayıp sıkıntılarımı kaşıyorum. Yani üstüne gidiyorum hayatın. Biraz daha, biraz daha… Düzelen bir şey yok. Ekonomi sıcak para girişiyle, merkez bankası müdahalesi ile dış borç kaynağı ile özelleştirme yolu ile bedelli askerlik gibi kaynak sağlama yolları ile sağlanan gelirle falan düzeliyor diye dinliyoruz ya yıllardır ekonomi raporlarında bizim öyle bir sürü alternatifimiz zaten yok. Sıcak para bize gelmez, kervan geçmez, kuş uçmaz! Bazen ölmeden bir gün daha geçtiyse ne gam, şanslı hissediyoruz. Yok, vallaha, abartmıyorum. Artık böyle bir dünyada yaşıyoruz. Emile Zola bu çağda yaşayaydı, şu halimizi kaleme alaydı! Ekmek kavgamız kavga olalı hiç bu kadar siyaseten dallandırılmamıştı! İçinde olmasaydım, bu kadar gencin bu kadar sınav için bunca kaygı ile duyarsızlaştırıldığını fark edemezdim. Yüzlerce sınav ve aile bütçelerinden binlerce liranın buralara akıtıldığı bir alan üzerinde sürekli oynamalar, stratejik planlamalar! Yok dershaneler kapanacak, yok eğitim şurasında karar alınacak, yok şu kadar kadro açılacak, yok din eğitimi anaokulundan başlasın, yok ahlak eğitimi zorunlu ders olsun! Balans ayarı bozulmuş, kayış kopmuş! Yükselmek isteyen bürokrasi takımı hiyerarşik yaranma zilletinde.

Ağaç katliamı

Neyse. Konudan konuya Tarzanlık yapalım biz. Hatlar koptu zaten bir yerde. CNN Türk’te, Ahmet Hakan’ın CHP’li Yalova belediye başkanını programında düşürdüğü duruma takılıyor gözüm keyifsizce… Başkanın ağaç kesme icraatı ile bizim gibileri hayal kırıklığına uğratmasının mantığının altında yatan özeti gösteriyor. Başkanın çırpınışları onu haklı kılmıyor. İlerisi için sürekli fark etmez, sağ veya sol yumruk yiyeceğini gösteriyor vicdanların.

Ağaçların çevresel bir varlık olmanın çok ötesinde sembol haline dönüşüp genç yüreklerde ümidi yeşerttiği bir ortamda “be başkanoviç, bu ne perhiz, ne lahana turşusu?” demekten bile cayıyor insan sıkıntıyla. Politik jargon hep aynı, sağ sol fark etmiyor. Ağaç katliamı yapılıyor “insanlar için” denip çıkılacak işin içinden! O yüzden bütün politikacılar o noktada bütünleşiyor. Geziyi hatırlıyorum. En azından bir süre insanlar olaya belli bir siyasi çizgi bulaştırmamak için çırpınmışlardı. Ne kadar haklı oldukları açık… Siyasi alanda hesap var, kıvırma var, inkâr var sürekli. Ağaç çok önemli bir semboldü, onu bile baltaladılar. Ya tarih böyle yazmayacaksa, ne yazacak gelecekte?

Her yer gerçekte adam gibi yönetilir de, adam gibi bir yönetme anlayışının hâkim olması gerek önce. Ağacı kesmeden önce sor, ne var yani? Başka çaresi yok mu? “Anıtsal değil”miş! Adam sende, kes o zaman, bizde neyin anıtsal olup olmadığını kurullarının bağışına bıraktık hayatımızda zaten.  Hangi sanat “ucube” hangisi değil “bin bilenlere” sormayı alışkanlık eylediydik hep ya? Biat etmeyen “berbiat” olur!