Başlık, Türk edebiyatının özgün sesi Edip Cansever’in bir dizesi... Hiçbir şeye gücümüzün yetmediği şu cinnet günlerinde, ruh halimizi çok iyi resmettiği için çektim başlığa… Geçtiğimiz günlerde 89. yaşını kutladığımız bilge şaire, bir de selam göndermek istedim ayrıca... Malum, insan olmanın, doğadaki diğer varlıklarla özdeşlik kurma becerisinin, farklı duyarlılıkların, adalet duygusunun, masumiyetin, merhametli olmanın bedelinin en ağır olduğu zamanlardan geçiyoruz… Kahrolası bir vandallık, inanılmaz bir gözü dönmüşlükle, insan yanımızın üstünden silindirlerle geçiyor…
 
Hayata şaşkın gözlerle bakarken, birbirimize hayretle soruyoruz: İnsanlığın binlerce yılda oluşturduğu birikime inat, bunca ilkellik, bu kadar kötülük nasıl olabiliyor dünyada? İncelikten bunca yoksun, kendinden olmayan her şeye düşman, etten kemikten değil de kinden ibaret bir topluluk, bu çağda, nasıl ortaya çıkıyor? Cemal Süreya’nın “Biz kırıldık daha da kırılırız”  isyanında sonra, “Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü / Hırsız da bilmiyor çaldığını” dediği gibi bir şuursuzluk mu var yoksa ortada? Gerçekten “Biz bu hayatın acemileri(mi)yiz” bu kadar…
 
ONLAR İÇİN VURULDUK, SÜRÜLDÜK, İŞSİZ KALDIK, HAPİS YATTIK, ASILDIK HATTA
Ne yazık ki öyleyiz… Hiçbir kötülüğe aklımız ermediği gibi film, fırıldak çevirmek, yalan söylemek aklımızdan ucundan bile geçmiyor; bunun nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz bile hatta… Kolayca aldatılıyoruz bu yüzden…Zalimler neyse de, “İnsanca koşullarda yaşamak onların da hakkı” diyerek, uğurlarına bir ömrü vakfettiğimiz insanların bizi uluorta kandırması içimizi daha çok yakıyor… Celladına âşık kurbanlar gibi düşmanıyla kol kola giren büyük kalabalıklara acıyarak bakıyoruz… Daha dal gibi delikanlılarken onlar için vurulmuş, sürülmüş, işsiz kalmış, hapis yatmış, asılmıştık oysa…
 
Tanıyanlar bilir Erdal Kalaycı da aynı ateşten geçmiş bahar yüzlü bir insanıdır kentimin… 70’li yıllardan beri “eşitlik olsun” dedi, “hürlük olsun” dedi, “insan, insanı sömürmesin” dedi, “savaşlar olmasın, barış içinde yan yana yaşansın” dedi, toplumsal adalete inandı ve savaşsız sömürüsüz bir dünya için mücadele etti… Bedelini de 12 Eylül’de hapis yatarak ödedi… Durmadı, varlığıyla huzur veren iyi bir insan olarak rol modeli oldu hepimize… Bu da yetmedi, nasıl inceliklerin insanı olunacağını, benlik duygusundan arınıp tevazu içinde nasıl yaşanacağını bizzat yaşamıyla gösterdi…
 
VANDALLAR ÜLKESİNE BU ZARAFET ÇOK GELDİ
Bir baba olarak, bunları oğluna da öğretti… Sevgiyi, dayanışmayı, paylaşmayı anlattı dili döndüğünce… Babasının yalnızca ardılı değil iyi bir öğrencisi de olan Hüsnü Deniz, bu hasletleri öğrenmekle kalmadı, kimliğinin, kişiliğinin bir parçası haline getirdi… Kimilerinin binlerce yıla sığdıramayacağı kadar çok dost biriktirdi bu yüzde… Her şeyini paylaştı insanlarla… Hayattan bilgelikler devşirmeye çalıştı… Taşkın bir sevgi ile hayvan haklarını savundu… Yetinmedi bunu ahlaki, felsefik bir sorun yapıp, vegan bir hayatı seçti… Bu duyarlılığını da canıyla ödedi… Vandallar ülkesine bu zarafet çok fazlaydı çünkü…
 
“Oluk oluk kan akıtacağız” diyen mafya babalarının el üstünde tutulduğu, zevk için hayvan ezen canilerin 300 TL ödeyerek kurtulduğu, “barış” isteyen herkesin hapislere tıkıldığı cinnet ülkesinde, duyarlı yüreklere yer yoktu… Öyle oldu, Deniz, hayattan, sessizce çekiliverdi… Her gece televizyon ekranlarından nefret kusan ilkeller, koro halinde savaş çığlığı atan caniler, farklı olan herkese düşman olan kara yüzlüler Deniz’i öldürdü… Caniler bir dalı kırmadı içimizde, bir dağı devirdi… Emin olsunlar, kendi irinlerinde boğulacaklar… Bizse iyi insan olmaya devam edeceğiz inatla… Şairin dediği gibi, zaten “Ne gelir ki elimizden insan olmaktan başka…”