Ne hakkınız var buna

Abone Ol
Ne hakkınız var buna

Sizlerin de oluyordur mutlaka, Zonguldak üzerine düşününce midemin alt kenarına derin bir sızı saplanıyor… İçimi yangına çeviren sızı, sırtımda boncuk boncuk dökülen tere dönüşüyor daha sonra… Kolay değil elli yaşı aşkın ömrümün neredeyse tamamı geçti bu kentte. Çocukluğum, gençliğimin altın günleri hep Zonguldak’la dolu… Aşklarımı burada yaşadım, çocuklarım bu kentte doğdu, kavgalarım, heyecanım, coşkum… beni ben kılan ne varsa yani, Zonguldak, en baskın renk içlerinde… Dünyaya anlayan gözlerle bakmaya başladığım 1970’li yıllardan bu yana en canlı tanıklarından biriyim kentin… O günlerden bakınca “İçinde çoğalan ne?” diyen olursa, yanıtım tek:  Bolca hüzün ve derin bir hayal kırıklığı… Akla zarar bir çirkinleşme süreci yaşadı son kırık yılda Zonguldak… Ne murat ettiysek tümünün tersi oldu…
 
Ne umutlarım vardı oysa… Üçer, dörder atlayarak koştuğum merdivenli yollarda coşkularım nasıl da doruktaydı… İlk kez naklen izlediğimiz ve Almanya’nın kazandığı 74 Dünya Kupası, Çekoslovakya’nın sürpriz bir şekilde Almanya’yı yenerek şampiyon olduğu, 76’daki Avrupa Uluslar Kupası maçlarından sonra, “Finaller Türkiye’de yapılsa hangi illerde oynanırdı?” diye sorardık birbirimize… Her birimizin yanıtları içinde Zonguldak bulunurdu mutlaka… Öyleydi gerçekten, üç büyük kentten sonra, bizden daha iyi stadı olan, en fazla üç il daha sayabilirdik… Bir şampiyonluktan diğerine koştuğumuz stadyumun şimdiki viran hali aklımızdan bile geçmezdi… Kendilerine “Büyük devlet adamı” payesi kazandırmaktan başka hiçbir halt beceremeyen muhterislerin ne hakkı vardı bunu bize yaşatmaya…
 
ERVAHINIZA YUH OLSUN!
Tersane Koyu başka, Büyük Kapuz bambaşka, Orta Kapuz başkanın da ötesindeydi çocukluğumda... Tramplenlerinden büyülü sularına çığlık çığlığa atladığımız Orta Kapuz Plajı viranın da ötesinde şimdi… Menfaat için yapmayacağı kötülük olmayan barbarlarca istila edilen Tersane Koyu herkesin gözü önünde gün gün betonlaşıyor… Yerel yönetimin, bir adım sonrasını görmekten aciz siyasetçileri, yol yapıyoruz gayretkeşliğiyle, Kilimli’den Uzunkum’a kadar bir karış sahil bırakmadı bizlere; Hisararkası, İnağzı, Tünel Arası sahilleri vahşi güzellikleriyle yürek çatlatırdı oysa… Herkes suçu öncekinin üzerine atıp kendini temize çıkararak Değirmenağzı’na kadar tüm koyları katletti resmen… Hüzünle bakıyorum oralara… Gözyaşlarım içime dolarken “Ervahınıza yuh olsun” demekten başka bir şey gelmiyor elimden…
 
Çocukluğumda Zonguldak, vagonlarıyla kömür değil yalnızca umut da taşırdı, ülkenin dört bir yanına… Kapısını çalan herkese yetecek ekmeği de vardı, yaralarını saracak ilacı da… Geleceğe umutla bakan, güler yüzlü insanların sevinç dolu kentiydi aynı zamanda… Yeraltı insanlarının can yakan öyküleri dolardı zaman zaman sokaklara… Bu mutlaka ağarması gerek kara yüzüydü bu kentin… Madrabaz siyasetçiler, işbirlikçi yöneticilerle el ele verdi, kara yüzünü çoğaltıp sevinçlerini azalttı Zonguldak’ın; tren sesleriyle birlikte şen kahkahalar da yok oldu… Yorgun yüzlü madencilerin ellerinden yükselen ekmeğin kokusu adım adım kayboldu daha sonra… Yaralarını saramayan kent ruhunu da yitirdi ve karanlığa gömüldü tümüyle…
 
ÜLKENİN EN ÇİRKİN KENTİ
Emeğin gerçek bir kentiyken, ağır geçen kış aylarından gürül gürül bir bahara uyanırdı ilk gençliğimde… Yamaçlardan fışkıran yeşil, kasvetli renkleri silip atardı… Tüm mahallerde ağaçlar evleri kapatır, bir deli orman olup maviliklere akardı Zonguldak… Merdivenli yollar, çamurlu patikalarla buluşurken, az katlı evler arasında ekilip biçilen bir bahçe bulunurdu mutlaka… İçinde oturanların kendisini ayrıcalıklı saydığı apartmanlar çok azdı… Merdivenlerin yüzde doksanı aynı sakil haliyle duruyor hâlâ… Çamurlu yollar betonlanırken, bahçeli gecekonduların yerinde, birbirinin sırtına abanmış çirkinin de çirkini apartmanlar yükseliyor şimdi… İçine doğan güneşi, denize bakan ön balkonundan uğurlayan yapılardan oluşmuş bir teras kenti düşlerken, ülkenin en çirkin kenti çıkıyor karşımıza…
 
Yahu bu kent nasıl deli etmesin beni? Lavuar Alanı yüz kızartan bir mezbele olarak duruyor kentin ortalık yerinde… Yerel yönetimi vermedi diye Zonguldaklılara nasıl eziyet edeceğini şaşıran iktidar partisi, alanın mülkiyet sorununu çözmeye yanaşmıyor…  Zaten parmağını oynatmaktan aciz yerel yönetim bunu halka anlatamıyor… Bin türlü şaklabanlıkla kente karşı işlenen suçu saklıyor dalkavuklar… Ateş olmayan yerden duman çıkarmayı beceren cambazlar, yüksek siyaset yapmayı daha önemli bulduğundan, kentsel meselelerde sağıra yatıyor… Valisi, belediye başkanı, siyasetin hacıyatmazları her gün geçiyor mezbelenin önünden de yüzleri hiç kızarmıyor… Bizse, yaşanan rezalet karşısında utancımızdan yerin dibine geçiyoruz; en küçük dahlimiz yok oysa… İçim yanıyor… Midem bulanıyor… Ecel terleri döküyorum aziz kentimle birlikte… Kentin en yüksek yerine çıkıp,  “Ne hakkınız var ulan bize bu zulmü yapmaya” diye bağıra bağıra dökmek istiyorum derdimi…