Kadın olduğum için kalemimde kalbim gibi yumuşak, tabi ki canımı yakanlara karşı öfkemi de zaman zaman kusuyorum bu satırlardan o ayrı. Bu bağlamda benden çiçek buketi bekleyenler hiç heveslenmesinler, peşinen söyleyeyim.
Aşk - meşk yazıyorum, çok kırmızıya dokunuyorsun diyorlar çünkü aşkı öcü zannediyorlar. Kırmızıyı da belli ki ayıptan sayıyorlar! Kadın kaleminde aşk çok asil duruyor oysa.
Siyaset yazayım diyorum, bıçak sırtı meseleler var işin içinde malum, hem sen ne anlarsın ki diyorlar.
Gerçi, siyaset yazanları da kimse anlamıyor, kale de almıyor oda ayrı. Birde siyasete soyunanlar var, ha bir de siyasetin soydukları elbette, onları da yazmak lazım.
Ben yazarımda, sen ne anlarsın diyorlar, tırsıyorum.
Kültür sanat, o da karın doyurmuyor ki ilgisini çeksin vatandaşın, merak edip okusun, takip etsin, etkinliklere gitsin, onunda inanın alıcısı yok.
Ruhumuzu da kaybettik, o da dinlenecek okşanacak mecra bulamayınca öldü yılgınlıktan.
Zaten bu pandemi belası yüzünden ortada etkinlik de yok ki ruha şifa olsun.
Hem öyle naif şeylerinde modası çoktan geçmiş görünüyor, bunu üzülerek söylüyorum. Fabrika ayarlarına dönmüş gibi görünüyor insanlık, ta o ilkel zamanlarına.
Artık kükreyerek, üst perdeden konuşmak, ayar vermek daha çok izleniyor, daha çok alkışlanıyor. Kanlı canlı kelimeler satır başlarını tutuyor.
Oscar almaya hak filmlerden daha çok izlenen fenomenler yaratıyor sistemler, sanatın sanatçının ruhuna bir şekilde Fatiha okutuyorlar.
Geçim derdinde olanlar, seçim derdinde olanlar, kabadayılara bel bağlayanlar.
Terazisi doğru tartmayan bir düzenin içinde debelenen insanlar.
Kimi kime şikâyet edeceğiz, kim şikâyetlerimizi dikkate alacak peki? Cesaretini kaybedenler için itaat etmek eğilimi baş gösteriyor ve bilmem farkında mısınız, itaat etmiyorum diyenlerde, yaratılan sistemlere itaat ederken buluyor kendini.
İnsan, düşünen, konuşan bir varlık ama nedense susanı makbul sayılıyor artık.
Ananız ağlasa da nafile gördüğünüz üzere, derdim var demek hakaret etmişin gibi algılanıyor. Eleştirmek, yermek, hiç denemeyin bile burnunuzdan getiriliyor.
Kimsenin yoğurdu kara değil, herkes sütten çıkmış ak kaşık. Hadi sıkıysa itiraz edin, yalanlar onlara inananlar yüzünden işe yarıyor zannediliyor, o yüzden yüzsüzleşiyor insanoğlu.
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovuyorlar, bakın bu hiç değişmeyenlerden, onuncu köy diye bir yer yaşadığınız sürece yok.
Yokluklar, yoksunluklar içinden yine de yarınlar doğurmaya çalışıyoruz iyi mi, şu sancılı bekleyişlerimizle. İnsanoğlu balık hafızalı yeminle, dünü, günü, çabuk unutuyor, üstelik içindekilerle.
Kızdıklarımızı alkışlarken buluyoruz kendimizi, sevdiklerimizden nefret ederken birde.
Ekmek aslanın neresinde belli değil, zengin fakir arasındaki o korkunç mesafe uçurum artık. Elimiz kolumuz bağlı, öğretilmiş çaresizliğin ta kendisi yakamıza yapışan.
Biz yine de sorumlu olduğumuz bu coğrafyaya bir göz atalım, sahip çıkalım, neler oluyor ara sıra da olsa bir bakalım. Ve yazalım, okuyalım, İslamiyet’in ilk emri “oku” ise yazmak farz o zaman.