Necla’yı katleden alçak düzen

Abone Ol
İçimiz yana yana okuduk gazetelerde, Necla Sağlam, henüz 22 yaşındayken vahşice öldürüldü evinde…
Faili kim olursa olsun, insanı kendi belirlediği sınırlar içine hapsetmeye çalışan eril düzenin alçakça işlediği bir cinayetti bu…
Söylemeye gerek yok, erkek egemen değer yargıları üzerine kurulu maço düzen, kadınlara cehennem ediyor dünyayı…
Yalnızca sosyal değil, ekonomik alana da hakim olarak, yaşamın bütününü, erkeklerin ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendiriyor…
Kadın erkek arasındaki biyolojik, fiziksel eşitsizlikten yola çıkarak kamusal alanın tüm kapılarını erkeklere sonuna kadar açarken, kadınları, “mahrem sayılan özel alana” hapsediyor…
Bunun dışına çıkanlarsa her türlü muamelenin reva görüleceği günahkârlar olarak yazılıyor zihin dünyamıza…
Kim ne kadar farkında bilemem ama savaşlar da bu dilin ürünü olarak varlığını sürdürüyor, toplumsal şiddet de, kadın cinayetleri de, halklar arasında düşmanlıklar da…
Genetik şifrelerimize kadar işleyen bu kültür o kadar güçlü ki, kadınların da içinde olduğu büyük kalabalıklar tarafından her gün yeniden, yeniden üretiliyor…
Erkek cinsel kimliği çok matah bir şeymiş gibi abartılırken, kadının cinselliği “namus” kavramıyla baskı altında tutuluyor…
 
ALÇAK DÜZENİN KUTSAL AİLESİ KADIN FEDAKÂRLIĞI ÜZERİNE KURULUYOR
Şu işe bakın, kadın da olsak erkek de; adam gibi yaşıyor, karı gibi sırıtmaktan kaçıyoruz; hepimiz sözümüzün eri, adamın dibi olarak, altı okka taşakla dolaşıyoruz kentin sokaklarında…
Erkeğiz ya, girdiğimiz cinsel ilişkinin, tavladığımız kadının, yaptığımız hovardalığın sayısı övünç kaynağı evvel Allah aramızda…
Bunları günah sayan bir kültürden gelenlerimiz için de kolaylık var, dört tane Müslüman kadını “eş”, dilediğimiz kadar gayrimüslim kadını “cariye” olarak alabiliriz elbette…
Kerhaneler de bizler için, muta nikâhları da; meyhaneler kimi “müptezel” kadınlarca kıyısından köşesinden ele geçirilmeye çalışılsa da, kahvehaneler gibi kalemiz sayılır hâlâ…
Kadınların başörtüsüne de biz karar veririz, etek boyuna da; kaç çocuk doğuracakları da bizden sorulur, hangi yöntemle bunu yapacakları da…
Bir işte çalışıyor olsa da yemeklerimizi pişirip kahvemizi yapmak, bulaşıkları yıkayıp, evi silip süpürmek kadınların görevidir…
Kimilerinin “alçak düzenin kutsal ailesi” dediği müessese, kadın denen eksik eteğin fedakârlığı üzerine kuruludur…
Tanrı tarafından bilmem kaç gramlık penisle taltif edilmiş kutlu varlıklar olarak, toplumsal cinsiyet rollerini, iktidar biçimlerini belirlemek gibi bir hakka da sahibiz ayrıca…
Aynı biyolojik özelliklere sahip kadınların bunları aklından geçirmesi bile düşünülemez, zinhar yasaktır çünkü…
Bir parça cesaret edenin adını orospuya çıkarıp, toplum dışına itmemiz işten bile değildir ayrıca…
Bir kadının evinin anahtarının başkasında olması, “su testisi suyolunda” imasını yapmaya yeter biz “ahlak abidesi” erkeklerin gazetelerinde…
Geceyi bir başka biriyle geçirmiş olmasını cinayet suçunu hafifletecek bir ipucu olarak sayabiliriz hatta…
Daha ileri gider, bir kadınının biriyle sevişmiş olmasının imasını bile en büyük ahlak düşkünlüğü gösterirken, vicdansız cümlelerle zalimi aklamayı derin ahlakın ürünü gibi sunarız büyük bir pişkinlikle…
 
SÖMÜRÜ VE TAHAKKÜM ANA NİZAMI OLUŞTURUYOR
Ailesinden şiddet gören bir çocuk olarak yetiştirme yurdunda büyümek zorunda kalan Necla, alçak düzenin bir mağduru olarak zaten mağlup başladığı hayatta, iş güç sahibi olmasına karşın da tutunamadı ne yazık ki…
Kadını kendi bağımsız kimliğiyle değil de, çocuk doğuran “anne”, evinin hizmetini gören “hanım”, seksapeli olan “bayan” olarak daha değerli sayan vahşet düzeni, onu, canice öldürdü…
Her insan gibi, onun da, hayatı dilediği gibi yaşama hakkı vardı oysa…
Bu alçak düzen yalnızca kadınların özgürlüğünü değil, gerçeklerin peşinde koşan gazetecilerin, üç kuruşa mahkum edilen işçilerin çalışma hakkını da elinden alıyor…
Sömürü ve tahakküm ana nizamını oluşturuyor çünkü…
Mülk sahibi tiranlar mülksüzler üzerinde egemenliklerini kurarken, erkeğin fiziksel gücüyle özdeşleşen, “zor”, “şiddet”, “savaş”, “iktidar” gibi kavramları tam da bu nedenle kutsuyor…
Yaşayarak görüyoruz ki, gücü yetenin gücünün yettiğine egemen olduğu ilkellik, düzen kurucu bir öğe olarak belirliyor hayatlarımızı…
Ezilenler üzerinde kurulan esaret; zorbalık ve şiddet kadar bu ilkellikle de ayakta kalıyor…
Şunu iyice bilince çıkarmalıyız ki, eme ve ezilme üzerine kurulu iktidar biçimleri bir şekilde varlığını korudukça, insanlığın kurtuluşu yoktur…
Ve bu alçak düzen anlatmaya çalıştığım ahlaksız temeller üzerinde yükseldikçe, yeni cinayetler işleyip, işsizlik, açlık yaratarak; halklar arasında savaşlar çıkarıp toplumu zindanlara doldurarak devam edecektir yaşamaya…