O kadar da uzun boylu değil

Abone Ol
 
Her şeyden çok vicdanımızın yaralandığı zamanlardayız. Her birinde acı eşiğini defalarca aştığımız, onlarca olayı art arda yaşamanın şokuyla geçiyor günlerimiz… Hangi acıya yanacağını bilemeyen insan yanımız, oluk oluk kanıyor… Üst üste binen acılar karşısında, neye karşı çıkıp, kime nasıl tepki vereceğimizi şaşırmış durumdayız… Öfkemizi bastırmak için, yumruklarımızı, tırnaklarımız etimize gömülünceye dek sıkıp, dudaklarımızı ısırıyoruz kahırla… Acı bir çığlığa dönüşen feryadımızı, sağduyunun sesine dönüştürmek için canhıraş bir çaba içindeyken, başkalarının acılarını hiçe sayan vicdansızların, yıvışık gülüşleri daha bir yakıyor içimizi… “İnsan olmanın bedelinin ağır olduğu günlerden geçiyoruz” demiştim pek çok kere… Şimdi anlıyorum ki, onlar, iyi günlerimizmiş meğer…
 
Vicdansızlığın, acımasızlığın haddi hududu çoktan aşıldı bizim ülkede… Empati yapmak, başkalarının acılarına saygı duymak gibi kavramların hiçbir karşılığı kalmadı… Kin, nefret ve intikam duygusu her şeyimizi belirlerken, öfke olağan ruh halimize dönüştü… Siyasetin dili, insafsızlaşmakla kalmadı insansızlaştı bir de… Silah sesleri, patlayan bombalar, ölüm çığlıkları, acılı ağıtlar, nefret söylemleri arasında, vicdanın fısıldayan sesi kaybolup gitti… En kötüsü de şu ki, büyük kalabalıklar, hoşgörünün değil de acımasızlığın korosunu oluşturdu… “İlim irfan merkezi” olmakla övünen Mevlana’nın kenti Konya’da, on binler, “Allahuekber” nidaları eşliğinde, katliam mağdurlarını ıslıkladı örneğin… Kan içicilere bundan daha büyük, ödül verilemezdi oysa…
 
HANGİ TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ ÇALIŞMASININ ÜRÜNÜ
Sosyal paylaşım sitesindeki hesabımda da yazdım… Aklımız kadar vicdanımıza da tecavüz edildi iyice… Şirvan’daki iş cinayetinde, 16 yoksul işçi göçük altında kaldı geçtiğimiz günlerde. Yazımı kaleme aldığım sıralarda 6 işçinin cansız bedenine ulaşırken, 10 işçi, üzerine abanan binlerce tonluk yükün altında kurtulmayı bekliyordu… Kahroluyorum, haber, olayın olduğu sıralardaki “son dakika” anonsu olarak kaldı bu ülkede… Ne canlı yayınlara bağlanıldı, ne de cinayetin failleri arandı… “Dicle’nin kenarında bir koyun kaybolsa Hazreti Ömer’den sorulur” diyen kültürden olmakla övünen çevre, hükümetin olaydaki rolünü sorgulamayı aklından bile geçirmezken, muhalif basın da unuttu gitti garipleri… Toplum, başkanlık, tecavüz, yükselen dolar haberleriyle daha ilgiliydi çünkü…
 
Başka hiçbir derdimiz yokmuş gibi, “Tecavüzcüye af” tartışmalarıyla boğuşmaya başladık şu günlerde… Hangi algı operasyonunun, toplum mühendisliği çalışmasının sonucu bilemem, AKP’li muktedirler, bir başka vicdansızlığı aklamanın derdine düştü şimdi de… Reşit olmayan yaşta çocuklara tasallut eden sapkınlar, mağdurlarıyla evlendirdikleri takdirde, ceza almaktan kurtulacak bu düzenlemeye göre… Hukukçular bunun sakıncalarını pek çok kez sıraladığı için bir de ben girmeyeceğim, ama önerinin masum olmadığı çok açık… Başbakandan, adalet bakanına AKP’nin tam kadroyla savunduğu düzenlemenin, olağan yollardan değil de, torba yasaya gece yarısı eklenen bir hükümle halledilmeye çalışılması, arkasındaki art niyeti açıklamaya yetiyor zaten…
 
ALİ TOPALOĞLU BU TOPLUMUN VİCDANIDIR
Kilimli’yi terk edip, Sürmene’ye yerleşmek zorunda kalmış biri, HDP’nin Zonguldak adayı Ali Topaloğlu’na tebelleş oldu yine; sosyal medya üzerinden, durmaksızın linç çağrıları yapıyor… “Milli Görüş” gömleğini çıkardıktan sonra, hicret ettiği AKP’de, belde başkanlığı da yapan şahıs, bir yandan, mahalle külhanlarına “Edep ya hu” dedirtecek bir dille topluma ayar vermeye çalışırken; diğer yandan da güzel ahlak, hayâ ve lütufla muameleyi vasıf sayan bir çizgiye sahip numarası yapıyor... İnsanların o düzeydeki bir dile bulaşmak istememesinden cesaret alarak da, esip gürlüyor… Genele yönelik hakaretleri es geçebilir, savurduğu tehditleri görmezden gelebilirdim ama mesele Ali olunca, durum değişiyor… Ali, bu toplumun vicdanı çünkü… O kadar da uzun boylu değil yani…
 
Başka işlere ayırsa gök zengin olacağı bir hayatı, kardeşliğe hasretmekle kalmadı, barış dolu bir ülkeyi kazanmak için sorumluluk aldı Ali… Bir Hopalı olarak Kürt‘ü de, Türk’ü de canından aziz bildi. Muktedirlerin hezeyanlarıyla gelişen nefret dilinin topluma yayılıp, bizi çürütmesini önlemek için mücadele etti durmadan… Yetinmedi, Tüketici Hakları Derneği Başkanı olarak, aldığı tehditlere aldırış etmeden tüm Zonguldak’ın hakkını savundu… Biri çıkmış, “Zonguldak’ı terk et” çağrılarıyla ortak yaşam umudumuza saldırmaya kalkıyor… Gafile bak… Ali burada, onurla sürdürüyor hayatını… Başı göğe erecek kadar dik üstelik… Kimseyi dolandırmadığı için verilmeyecek bir hesabı da yok ayrıca… Ali’nin durumu bu da, o, kenti neden terk ettiğinin hesabını verse ya halka?