Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında yeni yılın ilk toplantısını yapan Bakanlar Kurulu, OHAL’i bir kez daha uzatma kararı aldı… Zamanın Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, darbe girişiminin ardından 3 ay süreyle OHAL ilan edilmesi üzerine kameraların karşısına geçmiş, "Toplumdaki farklı hayat tarzları, siyasi kanaatler, düşüncelere sahip hiçbir vatandaşımızın rahatsız olmayacağı bir uygulamayı ortaya koymaya çalışacağız. İnşallah 40-45 günde bu uygulamanın sona erdirilmesini ümit ediyoruz" demişti…
Aynı hükümetin o zamanki sözcüsünün bir buçuk ayda biteceğini söylediği uygulamanın, bir buçuk yılı tamamlamasının ardından, bu zamanki hükümet sözcüsünün yedinci kez uzatılacağını söylemesi, AKP elebaşlarının, en hafif deyimle, nasıl bir öngörü yoksunu olduğunu koyuyor ortaya… Siz bu cümleyi “Düpedüz yalan söylüyorlar” şeklinde de okuyabilirsiniz, “öngörü yoksunluğu” yalnızca süreyle sınırlı değil çünkü… Kapsamı da en baştan çizdikleri çerçevenin çok dışına çıktı çünkü boyutu da… Hedefi de şaştı açıklanandan, içeriği de…
ERDOĞANCI DEĞİLSENİZ YA FETÖ’CÜ YA DA PKK’LİSİNİZ
İktidarını koruyabilmek için her türlü yönteme başvuracak bir yaradılışa sahip Erdoğan ile avanesi gözü kara şekilde kamplara bölüyor hepimizi… Erdoğancı değilseniz ya FETÖ’cü ya da PKK’lisiniz ona ve yanındaki sallabaşlara göre… Kurduğunuz en küçük eleştiri cümlesine yafta hazır: “Bunlar FETÖ-PKK ağzı…” Şairin “Kendi bahçesinde dal olamamışın biri / Gelmiş bahçemde ağaçlık taslıyor” dizelerinde olduğu gibi, FETÖ ile geçmişte her türlü suç birliğini yapanlar, bizcileyin her dönemde antidemokratik uygulamalara karşı çıkmış çevreleri FETÖ’cü olmakla suçluyor… Akıllara seza…
OHAL bir kez daha uzatırken yaptıkları savunma da çok tutarlı(!) doğrusu: “Günlük hayatı olumsuz etkileyen bir şey var mı?” Peki, biz de soralım o halde: “Hangi ara dönemde günlük hayatı etkileyen bir şey oldu?” Yaşım müsait olduğu için yanıt da vereyim: “Sizin anladığınız anlamda hiçbirinde…” 12 Eylül’ün ilk birkaç günü dışında herkes işine gidip geldi rahatlıkla… Hayatı evden kahvehaneye, camiden işe yaşayanlar yine aynı rutinde sürdürdü hayatını… Dükkânlar, mağazalar açıktı… Fırınlar ekmek pişiriyor, sokaklarda lahmacun satılıyordu… Kapatılmamış gazeteler bile okunuyordu hatta…
YAŞADIKLARIMIZIN 12 EYLÜL’DEN FARKI YOK
Bu zamankinden çok daha az olsa da, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasası’na dayalı olarak insanlar uzaklaştırılıyordu kamudaki işinden… Sabaha karşı evler basılıyor, insanlar “şucu-bucu” diye gözaltına alınıyordu… İşkencenin kol gezdiği mapushaneler, tıpkı bugünkü gibi salkım saçak doluydu… Mahkumlara tek tip elbise dayatıldığı için don gömlek hakim huzuruna çıkmak zorunda kalıyordu tutsaklar… Yargı tam bir zapturapt altındaydı… Savunma hakkı kısıtlı, gözaltı süreleri çok uzundu… Peki, ne farkı yaşadıklarımızın 12 Eylül’den… Kesinlikle yok…
Danışma Meclisi gibi çalışan TBMM’ye bile tahammül edemeyen bir iktidar varken, ne farkı olacak ki zaten... Anayasa Mahkemesi kararları bile uygulanamıyor ülkede… Yerel mahkeme direniyor… Tüm hükümet yetkilileri koro halinde hukuksuzluğu savunuyor… Daha önce lehlerine çıkan mahkeme kararlarını kutsal kelam sayıyorlardı oysa… “Senin gibi, hükümetin de eleştiri hakkı var” demeye kalkmasın kimse… Benin mahkemeye tesir edecek gücüm sıfırken, onların sınırsız… Korkarım bir Sulh Ceza hakimine Anayasa Mahkemesi Başkanını da tutuklatacaklar bu gidişle… Tüm olan bitenlere OhaL diyorum yani OhaL…