ON BİNLER YÜRÜYOR…

Abone Ol
CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun başlatmış olduğu Ankara-İstanbul yürüyüşü on gününü geride bıraktı. “Ne için yürüyüş?”sorusundan çok insanların bir arada hareket etmesi daha önemli. Yani sistemin yönetilmesinden zararı olan kitlenin bir araya gelmesi ve ortak bir noktada bulunması daha önemli. Yürüyüş amacına ulaşır veya ulaşmaz bu başka bir şey.  Yürüyüşün amacına- hedefine tam olarak ulaşması yani sistemden zarar görenlerin yaşam koşullarının değişimi o kitlenin örgütlülüğüne bağlı. Kitle ne kadar örgütlüyse hedef o kadar yakın demektir. “Bu yürüyüşten bir şey çıkmaz” diye güzel günlerden umudunu kesmiş olanlara bir çift sözüm var. ANAP a en çok oy veren illerin başında Zonguldak geldiğini herkes bilir. Ama aynı Zonguldak ahalisi büyük yürüyüşte ANAP ı iktidardan devirmek için onbinler yola çıktı. Sonunda bir şey kazanıldı kazanılmadı. Burada parti önderliği ve örgütlülük en birincil sorundu. 65–68 Zonguldak madenci hareketlerinden ve büyük madenci yürüyüşünden tecrübeli olan maden işçisi ve emekçi halk Ankara’dan İstanbul’a, günlerdir yürüyenleri karşılamak ve onların yalnız olmadığını dosta düşmana göstermek için yürüyüşçüleri Yeniçağa’da karşılayıp onlarla birlikte Bolu ya kadar yürüdü. Bu yürüyüş tarihte ki birkaç protesto yürüyüşünden biriydi. İnsanların bir sel gibi kol kola omuz omuza yürümesi taş kalpli olanları bile duygulandırıyordu. Yaşlılar, hamile kadınlar, çocuklar, ,ellerinde çubukları ile körler, çoğu birbirini tanımayan ama kol kola omuz omuza yürüyen insanların içinde olmak onlarla yürümek dayanışma içinde olmak bunlar bambaşka duygular.  Bunlar anlatmayla değil ancak yaşanmayla hissedilecek şeyler. Böylesi kalabalıklar beni ister istemez çok etkilemiştir. İstanbul’da;24 Temmuz 1968 de katledilen ilk devrimci Vedat Demircioğlu’nun cenazesini görmüştüm, cenazeye halkın tüm kesimlerinden katılım vardı. Beyazıt’tan Sultanahmet’e oradan Sirkeci ve Eminönü’ne kadar insan seli oluşmuştu. Ondan önce 65–68 Madenci ayaklanmasında madencilerle Toplum polisinin çatışmasını görmüş yaşamıştım. 15–16 Haziran 1970 de, İstanbul’daki o büyük işçi ayaklanmasının içindeydim.  Beykoz’dan Üsküdar’a oradan Kadıköy’e insanlar sel gibi akıyordu.  22 Temmuz 1980 de haince katledilen DİSK genel başkanı Kemal Türkler’in cenazesi de çok kalabalıktı. Cenaze korteji Merter’deki DİSK Genel Merkezi önünden Topkapı mezarlığına kadar uzuyordu. Ocak 1991 Büyük madenci yürüyüşü de en büyük kitlesel yürüyüştü.  Bu yürüyüşlerde halkın ve bazı kurumların yürüyüşçülerle dayanışması vardı. Örneğin Kemal Türklerin cenazesinde kortej yürürken yol kenarında bulunan halktan bazıları yürüyüşçülere karpuz ve su veriyorlardı. Büyük madenci yürüyüşünde de halk ve esnaftan çokları yürüyüşçülere koli koli, teneke teneke peynir, zeytin, helva vb. yiyecekleri kamyonlar dolusu getirip dağıttılar. Ankara-İstanbul “Adalet” yürüyüşünde de bu dayanışmayı gözlemledim.
Bazı Belediyeler örneğin “Şişli “ ve  “Mezitli” vb. Belediyeleri yol kenarına kurdukları stantlarda kortejdekilere su ve enerji versin diye olsa gerek “Cezerye” tatlısı dağıttılar. Tarihte başka ülkelerde de böyle büyük yürüyüşler olmuştur. Örneğin Hindistan’ın bağımsızlığı için mücadele eden Mahatma Gandi 1930 da 61 yaşındayken başlattığı yürüyüşü 24 günde 388 km çıplak ayakla yürüyerek kat etti. Yürüyüşlerde yürüyüş ritmi hep aynıdır, ama bu yürüyüşte sanki insanlar geç kalma telaşı içinde hızlı adımlarla geride kalmamak için birbirleriye yarış ediyordu. Yürüyüş şimdiye kadar içinde olduğum hatta organizesinde bulunduğum yürüyüşlerden biraz farklıydı. Slogan yarışı yoktu genel ve kısa olarak atılan bir slogan “adalet istiyoruz” sloganı vardı. Bu sloganın yazıldığı dövizlerin dışında yazılı başka semboller yani bir örgütü çağrıştıran bir sembol yoktu. O nedenle bu yürüyüşte yaşananlar diğer yürüyüşlerden bu yönüyle faklıydı.
Böylesi kitlesel hareketler çok barışçıl ve pasif olsalar bile düşman bundan hep korkmuştur, korkacakta…