Kapının dışına çıkayım dedim çamaşır toplayacaktım hesapta. "ÇAATT" etti bir şey. Bir de ne göreyim, kapı üstüme kapanmasın mı? Evim beni dışarı attı da denilebilir. Cereyan yüzünden kapı kapandı. Peki, anahtar nerde? Tabii ki iç kısımda. Dışarıya öylesine çıkarken bile, aslında aklıma gelir, aman kapı üstüme kapanırsa diye, eşiğe terlik filan koyarım ama bu anlık bir şeydi. Adımımı sokağa atar atmaz, küt etti, totomda patladı kapı. Tepetaklak karşı duvara tosladım da durabildim.
Tamam, az evvel kapışmıştık beni çok kızdırmıştı ama beni evden atmak istemesi gücüme gitmedi değil. Her zaman ki gibi ben kesinlikle haklıydım, ondan tepti beni, hazmedemedi tabii odun. Bir kapı bu kadar da düşüncesiz olmamalı ama. Asli vazifesini yapsa, yani evin içini, dışarıdan sıkı sıkı ayırsa ya, ama nerde bizimkinde öyle bir iş ahlakı. Bunu işe alanda kabahat. Yok pervazla darılmış, ona sarılmazmış, artık uzak duracakmış, yok her zaman ayağına giden o oluyormuş, canına tak etmiş miş miş de miş miş. Ben bunları barıştıramadım anacığım. Kapışmamız da o yüzdendi zaten. "..Ya sen büyüksün, boş ver" diyorum, "..Hep ben mi boş vereceğim.." diye başlayınca, malum sonuç. Öff canımdan bezdim yeminle. Gerçi haksız da sayılmaz kapıcık, pervaz da az değil hani. Hep gözü dışarıda. Kapı gelmezse, o asla gitmiyor ona. Yangını körüklemeyeyim diye haklısın da diyemiyorum, ara bulacağım diye daralıyorum mirim.
Tabi ortamı müsait bulan, artık gelen geçen kırkayaklısından, kertenkelesine, börtü böceğine kadar hepsi, ellerini kollarını sallayarak alttaki boşluktan içeri dalıyor. Hayır, ben sevmem öyle çat kapı biri gelsin. Üstelik de bu sürüngen camiasında bir laubalilik, bir ense tokat halleri. Eve selamsız sabahsız girdikleri yetmiyormuş gibi, babalarının hamamında gibi kaşına kaşına dolaşabiliyorlar çekinmeden. Yahu, insan evinde az rahat etmek istiyor, ayağını uzatmak bir gevşemek istiyor ama nerde? Bir bakmışsın "Naber kız, ne o yayılmışsın, kalk bir kahve yap da iki lafın belini kıralım" diyen bir karafatmayla, ya da "Kızım sen de şu dağınıklığından kurtulamadın ha, bari arada şu salonu sil, toz içinde kalıyoruz sürünürken" diyen bir akreple karşılaşabiliyorsun.
Ya Rabbim, hep beni mi buluyor bunlar yahu? Ben çalışan insanım, pat diye misafir sevmiyorum. Bak en sonunda basıcam üstünüze, gönderecem tahtalıköye, o olacak. Sayımınızı yapan yok nasılsa :) Neyse efendim, lafı toparlayayım, bir an durup düşündüm, annemde yedek anahtarlarım var ama o anki vaziyetim, anneme kadar gidip onları alacak gibi değil. Daha doğrusu şehir buna hazır değil. Bu şekilde sokağa çıksam, sirenler çalmaya başlayıp, olağanüstü hal ilan edilebilir. Millet gözleri dönmüş bir halde korkuyla sağa sola kaçışırken birbirini ezebilir. I-ıh olmazdı, halka bunu yapamazdım. Mecburen yan komşunun kapısını çaldım. Tatlı bir hanım açtı. Dedim "Selam." Dedi "Aleyküm", bekle bekle "..selam" demiyor. "..Eee hadi" dedim. "Ne" dedi. "Aleyküm dedin -selam- niye demiyorsun?" "Haa…" dedi "Yorgunum, kısaltma kullanıyorum, aylık temizlik yaptım da." Şaşırdım tabi ve ekledim. "Çocuğunuz var mı?" "Nasıl çocuk? diye sordu. "İşte ne bileyim 10-15 yaş grubundan, 34-36 beden ölçülerinde.." "Ay yok valla.." dedi mahçupcana. "Hayırdır" diye bir soru daha taktı mahcubiyetine. "Kapı kapandı üstüme yahu, mutfak camından içeri girecek bir çocuk lazım." "Bir kızım var ama üniversiteye gidiyor." "Yani 46 beden mi diyorsun, çocuğun okulu büyüdükçe bedeni de mi büyüyor diyorsun komşucum, ne diyorsun?" "Yok, cam dar ya, sığmaz gibi." "Çağır bi bakayım.." komutu veriyorum artık hafiften hiddetlenerek.
Geldi kıccaaz... Mintiri bir şey. Dedim "Bu olur, ama liseli gibi bu kız,en fazla 34 beden, bir yanlışlık olmasın üniversitede olamaz" :) Neyse, denemeye karar verdik. Çocuk, biraz tabiri caizse çıtkırıldım. Pervaza oturtmak için epeyi uğraştık. Bir türlü kıvrılmıyor sağı solu. "Kızım az esnek ol, bacağın dışarıda kaldı, içeri al onu, kolunun üst katta işi ne yavrum, hasbinallah. Hah şimdi başını da tak yerine, olduu, dal içeri bakayım." Bizim kız, bu defa da içeri atlayamıyor. Mızmızlığı bırakmamaya kararlı. Sanki dersin, bangi camping yapıcak ya öf. Mırın kırın uzayınca, ben anasına çaktırmadan buna bi dirsek koydum, donk etti mutfağın ortasına yapıştı. Yarım saat sonra ayıldı da kapıya gitti açtı. “Sağ olasın” diyerek teşekkür ettim ve sonunda evime girebildim.
Ama ben de artık tavrımı alacam. Ne o yahu, kapısından klozetine kadar evde ne kadar eşya varsa, bi tavırlar, bi tripler, başlarım ulen. Bu ev benim mi, onların mı? Vallahi, her gün arabamda yatıp, komşuda çimecem, bakakalacaklar ardımdan.
İşte böyle, kapıda kaldım komşu kızı soktuk camdan. Olay bu kadar basit ama benim emekliliği gelen ilk personelimin, kalemimde uzun zamandır hissettiğim bir işi uzatıp ağda kıvamına getirme, bir beni el aleme güldürme gayreti var. Bir önceki yazıda, ben dükkânı kapatıp çıktıktan sonra, bana epeyce saydırmış. Ama yani ayıp. Kaç senelik hukukumuz var, izin istedi verdim, ikramiye istedi verdim, ona ayıp olmasın diye, işyerine bile getirip yıllarca klavye kullanmadım onunla çalıştım. E, ismi üstünde kurşun kalem. Sırtından kurşunluyor insanı tabi, mizacı gereği. Ben de böyle kurşun kalemden, kapıdan, pervazdan personeli olduğunu düşünen çatlak kiremitin tekiyim işte. Bu durumda bir teşekkür paragrafı yazmak borç oluyor.
Okuma işlemine başlamaya yeltenenle toka ediyor, ikinci paragrafa kadar gelebilene takdir belgesi veriyor, ortasına kadar gelenin ağzına bir parmak bal çalıyorum. Sonlara doğru bırakanları alnından öpüyor, buraya kadar gelenin de cem-i cümlesini beş çayına davet edip pasta ikram ediyorum. Hörmetler efendim.