PEYGAMBER’E RABBİNİN DARILMASI

Abone Ol
Muhammed Peygamber Muddessir Suresi’ndeki “Kalk ve uyar” emri ile ilk defa insanları açık olarak İslam’a davet etmişti. Bu davete kulak verip İslam’ı kabul eden insanların her geçen gün sayıları artarak çoğalmaktaydı. İlk Müslümanların Kuran’da isimleri zikredilmemiş ancak onların karakter özeliklerinden bahsedilmiştir. Bu Müslümanlar Kuran’da “Allah yolunda mallarını karşılıksız veren cömert insanlar” şeklinde anlatılmaktadır. Ebu Bekr, Ali ve Bilal gibi Mekke’nin ileri gelen tanınmış, insanlarının yanına tüccar ve zengin işadamlarından olan Osman, Talha gibi kişiler de İslam’ı kabul ederek katılmıştı.
 
Cehaletin ve karanlığın temsilcileri olan Mekke’nin ileri gelen yönetici kadroları, Muhammed Peygamber’i önceleri alay konusu yapmışlar ancak onu pek ciddiye almamış ve çok da önemsememişlerdi. Ancak aradan geçen yıllar içinde, Muhammed’in davetine icabet eden insanların çoğaldığını görünce çılgına döndüler. Çünkü Muhammed Peygamber’in bu daveti, Mekke’nin ortak koşucu yönetiminin puta tapıcılık inancında büyük bir sarsıntı yaratmıştı. Hele de Fecr Suresi indiği dönem de Mekke’nin yönetici kadrosundan olan Ömer gibi bir kişinin bu daveti benimsemesi onları hepten endişelendirip çileden çıkarıyordu.
 
Başlangıçta pek ciddiye almadıkları elçiyi küçük düşürmek ve getirdiği mesajın etkisini azaltmak için  “büyücü”, “şair” “meczup” gibi tezviratlar da artık işe yaramaz olmuştu. Bundan böyle hem Muhammed Peygamber’in davetine ve hem de ona inanan kişileri hedef alacaklardı. Fecr Suresi sonrası inananları kandırabilmek, caydırabilmek ve kafalarını bulandırmak amacıyla oyunlar düzenlemekteydiler. Müşrik yönetici kadro şöyle söylemekteydi: “İşte bakın artık Muhammed’i, Rabbi bıraktı, ona kızdı ve onu artık terk etti,  halbuki bizim putlarımız yerinde duruyor. Ancak  sizler, yapayalnız sapıtmış bir insanın  peşinden gidiyorsunuz.”
 
Müşriklerin böylesi yoğun bir yalan ve iftira kampanyaları sürdürmeleri, peygamberi az da olsa yılgınlığa sevk edince Yüce Allah imdadına yetişti, Duha Suresi ile ona  Rabbin seni terk etmeyecek ve sana darılmayacak” diyerek destekleyip moral verdi. Duha Suresi’nin inmesi ile de müşrik yöneticilerin yapmış oldukları bu oyunlar da işe yaramaz hale gelmişti.
 
VAHYİN KESİLMESİ OLAYI
Bir de “fetret” konusuna değinmek istiyorum. O günkü müşrik yönetici kadro Peygamber’in davetine ve ona inanan insanlara karşı propaganda, oyun ve karalama yapıyordu. Ancak “fetret” Peygamber’in vefatından bir müddet sonra rivayetlerde bir başka şekilde ortaya çıkmıştır. Fetret tebliğsiz yani vahyin kesildiği dönemi anlatmaktadır. Fetreti anlatan rivayet Peygamber’in ilk vahiy aldığı mağara hikâyesinin son bölümünde bulunmaktadır. Başka başka rivayetlere göre fetret yani vahyin kesildiği dönem, 12 gün, 15 gün, 25 gün, 40 gün, 3 sene sürmüştür. Yine başka bir rivayette de mealen “Vahiy kesildiği zaman, Peygamber o kadar bunalmış ki kendisini yüksek bir tepelerden aşağı atmayı düşünmüş ve ancak Cebrail onu bu durumdan kurtarmıştır.” Ancak rivayetler kendi aralarında Kuran ise tümüyle çelişmektedir.
 
Kuran’a göre vahyin inişi sırasında bir fetret döneminin yaşandığına dair ileri sürülen iddialar tamamen dayanaksızdır. Furkan Suresi’nin 32. ve 33. ayetlerinde Kuran’ın toptan değil, parça parça, azar azar, yeri geldiği zaman indirileceği açıkça bildirilmektedir. Dolayısıyla iki vahiy arasındaki boşluk dönemini fetret olarak değerlendirmek Kuran’a ters düşmektedir.
 
Sonuç olarak diyebiliriz ki insanları, Allah’ın kitabından uzak tutmanın birçok nedenleri bulunmaktadır. Ancak bu nedenlerin bence en önemlisi rivayet kültürüdür. Çünkü bu rivayetleri insanlara tanıtanlar, “Peygamber’in kesin sözleri, hatta Kuran’ın açıklaması (tefsiri) ve peygamberin sünneti” yalanıyla anlatmaktadır. Bunlar hakkında söz söylemenin Peygamber’e hakaret olacağı da uydurulan yalanlardan biridir.  Duha Suresi, Fecir Suresi’nden hemen sonra Mekke’de inmiştir. İniş sırasına göre 11. suredir. Peygamber’imizin ve vahyin Allah’ın teminatı altında olduğu bu sure ile açıklanmıştır. Ayrıca Fecr Suresi’nde değinilen “ikram, yetim, nankörlük” gibi kavramlar, Duha Suresi ile de Peygamber’imizin hayatından örnekler verilerek pekiştirilmiş ve detaylandırılmıştır.
Aydınlanmanın başlayışı ve Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedişin, Allah’a ortak kabul edişin, cehaletin toplumu sarmışlığı kanıttır ki Rabbin seni terk etmeyecek ve sana darılmayacak.” (1-3)
 
Burada, artık karanlık dönemlerin bittiğine, fecrden/şafaktan sonra aydınlığın başladığına dikkat çekilmektedir. Artık ruhî bunalımlar bitmiş, işler yoluna girmiş, insanlar müminleşmeye başlamışlardır. Burada, küfür, şirk ve ruhi bunalımları simgeleyen karanlığın tam bastırdığı ortamlara dikkat çekilmektedir. Bir tarafta zifîri karanlık bütün ağırlığıyla kendini gösterirken diğer tarafta da kuşluk vaktinin yaşanması kanıttır ki, Rabbin seni terk etmeyecek ve sana darılmayacaktır.  “Sonrası senin için öncesinden elbette daha hayırlı olacak. Ve Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın. Bundan sonraki hayatın, geçmiş hayatından daha iyi olacak. Rabbin sana çok şeyler verecek, sen de ondan çok memnun olacaksın.”
 
VERİLEN EN BÜYÜK NİMET İSLAM DİNİDİR
“O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı? Seni dosdoğru yol dışında biri olarak bulup da dosdoğru yola kılavuzluk etmedi mi? Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi?(6-8)
 
Rivayetçilerin Muhammed Peygamber’in vahiy öncesi hayatını anlatırken onu göklere çıkartıp mucizeler yükleyerek yarı ilah haline getirmiş olduklarını önceki yazılarımız da anlatmıştık. Duha Suresi’nin 7. ayetinde anlatılan peygamber ile rivayetlerin anlatmış olduğu peygamber, birbirine benzememekte hatta taban tabana zıt iki peygamber portesi ortaya çıkmaktadır. Bu surede peygamberin geçmişinden söz edilmektedir. Peygamber’imizin vahiy öncesi hayatını anlatan yazımızda da belirtiğimiz gibi gerçekten de yetim olarak dünyaya gelmiş, önce dedesi Abdülmuttalib’in, onun ölümünden sonra da amcası Ebu Talib’in himayesi altında yaşamıştır. İşinin ehli ve dürüst ticaret yaptığı için de kısa zamanda mesleğinde başarılı olmuştur. Mekke toplumunda yaşayan her fert gibi, o da, o toplumun gelenek ve göreneklerine uyan bir kişidir. Her, delikanlı gibi o da hayatını yaşamakta, ancak hiçbir olağanüstü bir mucize sahip değildir. Toplumda sade bir vatandaştı.  O, toplumda şanı ve şöhreti olmamasına karşın Arapların aradığı liderlik vasıflarına sahiptir. Çok iyi silah kullanan bir savaşçı, aristokrat çocuğu olmadığı gibi edebiyat ve şiirle de ilgisi de yoktur. Arapların çok önemsediği bir erkek çocuk sahibi de değildir. Toplumda yapılan haksızlıklara hukuksulara ve zulme karşı her vicdan sahibi gibi duyarsız kalmamaktadır. Dini kitaplar okuyan, fetvalar veren bir din adamı sınıfından hiç değildir. Kendinin peygamber olacağını bilmediği gibi, vahiy gelene kadar iman nedir, kitap nedir de bilmemektedir. O da sapkınlık içerisindedir. Yani gerçek hak yolunu bulamamış mümin bir kişi de değildir. Mekke şehrinde sade bir vatandaş olarak kırk yaşına kadar yaşayan Muhammed’i Allah peygamber olarak seçmiş ona ilk beş ayetini vahyetmiştir.
 
Kuran’ın başka ayetlerinde Muhammed, peygamber olmadan önce ki hayatı ile ilgili ayetler şu şekildedir. “Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin…” (Şura 52)  “…Bundan evvel sen gafillerden idin…”(Yusuf, 52) “Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun. Sen Kuran’ı kendiliğinden yazmıyorsun...” (Ankebut 48) “De ki; ‘Eğer ben sapmışsam, artık yalnızca kendi zararıma saparım…(Sebe,50) De ki; …Kurana dair bir bilgim yok idi. Ancak ben, evet, ben apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyediliyor” (Sad 65-70) “Kuran kanıttır ki kesinlikle sen bundan duyarsızlık, bilgisizlik içinde idin… Kuran sayesinde kurmay birisi oldun.” (Kaf, 1)  “Halbuki sen bundan önce, kesinlikle bu konu hakkında duyarsız / bilgisizlerdendin.” (Yusuf 102) gibi ayetlerde anlatılmaktadır.
 
O hâlde yetimi perişan etme/ daha da kötüleştirme! İsteyeni/ soranı azarlama.( 9,10). “Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle ortaya koy!” (11) Surede açıklanan konular dikkate alındığında “Rabbinin nimeti” ifadesinden peygamberimize verilen her türlü nimet anlaşılmaktaysa da, ona verilen asıl nimet “İslâm Dini”dir. Peygamberimizden istenen de, bu nimeti [İslâm Dinini] hem yaşaması hem de anlatmasıdır.