Ruhsuzlar kenti

Abone Ol

İleride bir gün 2020’li yılların Türkiye’sini tek kelimeyle özetle deseler, “ruhsuz yıllar” derdim herhalde. Zonguldak içinse buna bir kelime daha ekler “ruhsuzun da ruhsuzu” tanımını kullanırdım. Ülke ekonomik krizden geçiyor. Toplumun büyük kesimleri en temel gereksinimlerine ulaşmakta zorluk çekiyor. İnsanların açlığıyla dalga geçiliyor adeta, bugün yiyecek ekmek bulmakta zorlananlar, gelecek güzel günler vaadiyle avutuluyor. Geleceğe işaret edenler 20 yıldır iktidarda oysa…

Önce pandemi, sonra Rusya-Ukrayna krizi gösterdi ki, hiçbir şey planlamıyor bizim ülkede, hayatımız Allah’a emanet gidiyor. Yaşayarak gördük ki, çok uzağımızda bile yaşanan küçük bir kriz, bizde, kalp krizi etkisi yapıyor. Gıda güvenliğimizden enerji arzına, sağlıktan eğitime her şeyin piyasanın insafına terk edildiği ülkede, dışa bağımlıkta rekora gidiliyor.  Tam bir kakofoni, “yerli ve milli” sözünün dillerden düşmediği dönemde, bu durum daha da derinleşiyor…

TARIM İTİBARSIZLAŞTIRILDI, KÖTÜ BİR İŞ HALİNE GETİRİLDİ

Çok değil, 30-40 yıl öncesine kadar, kendi kendine yetmekle övünen bir tarım ülkesiydi Türkiye. Dinsel gericisinden piyasayı tanrı olarak kabul eden çokbilmişlere, milliyetçisinden muhafazakârına pek çok çevre, kapitalizmin ışıltısıyla gözlerini boyadı ülkenin. Elbirliği yapıldı, zenginlik düşüyle yatıp, tüm enerjisini buna harcayan bir tüketim toplumu çıkarıldı ortaya. “Köşe dönmecilik” modern zamanların trendi haline getirildi; çalışmak, emeğiyle geçinmek, ter dökmek, üretmek demode sayıldı…

Alanları yok edilmekle kalmadı, tarım, itibarsızlaştırılıp kötü bir iş haline getirildi bir de. İnsan sıkılıyor yazarken bütün dünyada ıslahı yapılmış tek otsu olan buğdayın anavatanı Türkiye. Uzmanlar gen merkezinin Anadolu, Batı İran ve Kafkasya olduğunu yazıyor. Böyle bir coğrafyaya yurtdışından milyonlarca ton buğday getiriliyor. Ekmek dahil unlu mamuller fiyatından dolayı midesine oturuyor insanın. Bu durumun sorumlularıysa yüzlü yüzlü ortalıkta dolaşıyor…

Reflekslerini kaybetmiş, itirazı unutmuş insanların ülkesi olduk çok şükür. Bir muhalefet örgütü olmaktan çoktan çıkmış sendikalar, toplumsal mücadeleden vaz geçtim, üyelerinin haklarını aramakta bile aciz şu sıralar. “Mücadele” denen şey, uzak kelime onların dilinde. İyice güçsüzleşen sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının cılız seslerini üyeleri bile duymuyor. Ne olup bittiğinden bihaber, sanal gerçeklikte yaşayan büyük kalabalıklarsa bugünümüzü kararttığı gibi yarın umudumuzu da tüketiyor…

Her türlü göstergede dibin de dibini gören Zonguldak’taysa her şey daha vahim görünüyor. Tarımın öneminin bunca ortaya çıktığı bu zamanda, Filyos Vadisi tarumar ediliyor, tarım örgütleri başta kimseden ses çıkmıyor. Adında Zonguldak olan yüzlerce örgütün hiçbiri, merak edip, “Orada neler oluyor” diye sormuyor bile. Efendileri gibi, fincancının katırlarını da ürkütmekten korkuyor çünkü. Emeğin başkaldıran kentiyken dünyanın umudu olan kent, ruhuyla birlikte her şeyini de kaybediyor...