Zaten memlekette hepi topu 20-30 kişiyi gerçekten ilgilendiren sanat denen 1000 çeşit tarifi olan ve düşündükçe kafayı yedirten olgu, “hafta sonu dinlenme haleti ruhiyesinde, bir ara ilgilenirim gözüme çarparsa” tavrına yıllardır aşinadır.
Sanata böyle bakmak, tüm kapsamını hayatın kendisinden almaya çalışan sanatçıya yapılan kazıktır.
Niye böyle bir giriş yaptım? Çünkü çok da yazasım yok! Ancak söylemek istediğim bir sürü şey var. Dolayısıyla iletişimde yazı yine tek yol.
Resmen her türlü detay bu ülkenin karanlık gündemi yüzünden kaynıyor, unutuluyor. Elbette ne kadar ruhsuzlaştığımızı bizim suratımıza çarpacak birileri eninde sonunda çıkacaktır. Bu işin fıtratında bu da var! Ne var ki bu umursamazlığımızı, dar kafalılığımızı vesilelerle hatırlatmak da bizim görevimiz bir parça. İnsanın sanat anlayışı, kültürel bir lisanı yoksa her anıldığında yokluğa gömer onları ve onlarla birlikte, yani sanatla birlikte tüm insan deneyimlerini! Kendi bencilliğinin ve köleliliğinin esiri olur. Şöyle ki: İşine gelince ses çıkarmak, işine gelmiyorsa korktuğun gölgelere biat etmek! Bu motifler artık modern dünyanın modern olmayanla kendini ayırdığı gerçeklikler. İlkel bir kafaya zaman bile ayırmıyor batı! Onu kullanmanın üçkâğıdını biliyor ve onu tam da kendi geri kalmışlığına uygun kullanıyor. Bizler, sanatımızı ve sanatçımızı bu yüzden önemsemek zorundayız.
Keşke o sergi salonlarına, tiyatrolara gelen sayı çoğalsa, çıkan edebiyat dergilerini biraz iştahla takip eden, birkaç yazarçizeri tanımak ve tartışmak için zaman ayıran kişi sayısını arttırabilsek. Sanatın hayata karışması, insanların birbirlerini etkilemesi başka nasıl sağlanabilir? Herkes Facebooklarla birbirine son çektirdiği selfieyi yollayıp zamanımızın da içini boşaltırken, bir de bakmışız, evet, dünya bizi umursamıyor bile…
İbrahim Akyürek
Aslında haftalardır kendimi, biriktirdiğim bazı Zonguldak yerel sanat gündemi gözlemlerine hazırlıyorum ama elim bir türlü onları hak ettikleri derece de yansıtamama kaygısından yazmaya gitmiyor. Örneğin, Sergi Odası ile tek başına sergi, gösterim, ucuz kitap gibi konularda büyük bir boşluğu doldurmaya çalışan İbrahim Akyürek, entelektüel birikiminin bir kısmını yansıttığı iki kitabı ile buluşturdu bizi. Üstelik neredeyse bir ay oldu. Kemal Kuşhan Ağabey gibi ben de İbrahim Ağabey’e imza yapmadığı için kızanlardanım aslında ama şu bulantı çağında imza yapıp emeğini bir seremoni haline dönüştürseydi, kötü olabilirdi diye hak da veriyorum. Neyi nasıl değerlendireceğimizin yollarının değiştiğini gösteriyor bu örnek. İbrahim Akyürek, sanatı doğrultusunda yayımlamadı kitaplarını. Biliyorsunuz, o iyi bir fotoğraf sanatçısı da aynı zamanda. Kitaplara bakınız; her ikisi de sosyal sorumluluk projesi: “Hayatımız Zonguldak”, Zonguldak’a dair güncel tespitler ve “Hayatımız Trafik”, Türkiye’nin her daim yaşadığı gelişememenin gösterge noktalarından en kanlısı belki de. Kitapların kritiğine girmeyeceğim; İbrahim Akyürek’in artık eskilerde kaldığını düşündüğümüz bir hakkı teslim ettiğini söylemek benim için önemli. Bizim yazar, çizer pek çok arkadaşımızın emeği sağda solda sıklıkla kullanılmıştır. Kimi daha iyisini yapamadıklarından, kimisi yer doldurmak gibi acımasız bir anlayışla. Neden ne olursa olsun yazan çizenin emeğinin bir karşılığı vardır. İbrahim Ağabey, önce benim iki karikatürümü kitabında kullanmak istediğini söyledi. Kitaplar yayımlandıktan sonra da telif olarak sembolik bir ödeme yaptı. Birçok kişinin sanat emeğinin sömürüldüğünü bilen bana, yıllar sonra büyük onur yaşattı.
Kürşat Coşgun
Karikatür Zonguldak’ta güçlüdür. Zonguldaklı karikatürcüler diye bir kitap hazırlasanız en az 15 karikatüristi incelemeniz gerekecektir. Aramızda dolaşan karikatüristlerin çoğu Burhan Solukçu’dan beri karikatür de Zonguldak imgesini sürekli yaygınlaştırmanın tasası ile hareket etmişler ancak evrensel bir dili olan sanatın yazısız ve yazılı hallerinde üreterek “Zonguldak” ibaresini hakkıyla sınırlarımızın çok ötesinde temsil etmişlerdir. Her yıl bir veya birkaç karikatür sergisinin açıldığı bir ildir Zonguldak. Zonguldak’ın yerel gazetelerinde yıllarca bıkmadan kültür sanat sayfaları hazırlamış rahmetli Çetin Sezgin Ağabey, 3 ay bir karikatür sergisinin açıldığını görmedi mi yolda yakaladığında “çalışmıyorsunuz” diye fırça atardı.
35’nci sanat yılını kutlayan usta karikatürist Kürşat Coşgun, birçok başka uğraşının ve işin arasında yaşamını karikatürist olarak da devam ettirir. Kişisel albümleri de olan sanatçı, pek çok ödüle sahiptir. Turhan Selçuk, Semih Balcıoğlu gibi dünya çapında tanınmış karikatür üstatlarımızın kurduğu Türkiye Karikatürcüler Derneği Zonguldak temsilcisidir aynı zamanda. Güçlü bir genel kültür birikimine sahiptir ve zaman zaman bu birikimini portreler ile gündem oluşturan karikatürlerle yansıtır. İyi bir konuşmacıdır ve bu yüzden Karikatürcüler Derneği kongrelerinde biz karikatüristlerin sesi olur. Genelde yazısız mizahı benimsese de yazı dilini de iyi kullanır. Defalarca, aklıma takılan bir kelimenin yazılışını ya da anlamını telefon açıp ona sorduğumu hatırlıyorum. 35 Yıllık sanat yaşamını saygıyla kutluyorum, tekrar.
Zonguldak’ta Tiyatro Hakkında Küçük Bir Kritik:
AKM Tiyatro topluluğu Erhal Koltuk yönetiminde ‘Hem Ağlar Hem Giderim’ adlı oyunu sergiledi geçenlerde. Ray Cooney ve John Chapman’ın yazdığı orijinali “There Goes the Bride” olan oyunu dilimize Hale Kuntay çevirmiş. Bir salon komedisi olan ve tek mekânda geçen oyunu oldukça kalabalık bir seyirci topluluğu izledi.
“Aile Komedisi” olarak bilette belirtilmiş olan oyun özellikle de aileleri salona toplamayı başardı. “Zonguldak seyircisinin tiyatro ahlakını gerçekten takdir etmek gerek” dedirtecek düzeyde ‘Hem Ağlar Hem Giderim’ adlı oyuna ilgi gösterildi. Bu kalabalığın salonlara küsmemesini sağlamaya çalışan emeği de takdir etmek gerek. Oyunun sonunda başta geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Zonguldak Devlet Tiyatroları Müdürü Yalçın Arslan’a ve kültür alanında hizmet veren Zonguldaklı bürokratlara teşekkür edildi.
‘Hem Ağlar Hem Giderim’ adlı oyun yukarıda belirttiğimiz gibi güldürmek amacını taşıyor. Zonguldak’ta tiyatroya ilgi gösteren bir seyirci topluluğu olduğunu gözlemlemek sevindirici… Çünkü genelde olumsuz konuşmayı alışkanlık haline getirdiğimiz bir süreç yaşıyoruz. Gelelim oyunun 27 Ekim Pazartesi akşamki performansına. Neticede çok kötü konuşacak değiliz ama belirtelim. Belki ilk sergilenişinden, belki kalabalığın oyuncular üzerinde yarattığı tesirden çokça zamanlama hatası yapıldı. Zamanlamanın çok iyi kullanılmasını gerektiren özellikle komedi tarzında bu yüzden bazı espriler kaçtı. Bütün bunlar haricinde özellikle kadın oyuncuların hepsi başarılı bir performans sergiledi. Fakat oyundan birine dikkat çekmek gerekiyorsa o da tiyatroyu meslek bellediğini söylemekten hiçbir zaman çekinmeyen Şenol Dönmez’i hatırlatmak gerektiğidir. Yılların deneyimli oyuncusu Dönmez, karakter işlemeyi, sahnede rahat olmayı, repliğinin hakkını vermeyi ve işini ciddiye almayı başarıyor. Yazık ki İstanbul’da iyi bir tiyatro topluluğunun çatısı altında işine yoğunlaşarak kendini 10 kez daha aşacak performanslar sergilemekten yoksun. Şenol Dönmez’e tiyatromuzun kendi tarzında bir ustası gözüyle bakmaktan kimsenin gocunmaması lazım.