Birinci Dünya Savaşı, Osmanlının İtilaf Devletleri karşısında yenilgisi sonrası, Mondros Ateşkes Anlaşması ile sona erdi. Osmanlı Hükümetince görevlendirilen delegelerin imzaladığı ve Padişah tarafından da onaylanan anlaşma maddeleri incelendiğinde; aslında yalnızca Osmanlı askerlerinin ateş keseceği, İtalya, Fransa, Yunanistan ve İngiltere’den oluşan düşman askerlerinin ise ateşe devam edeceği görülecektir. İki düşman güç arasında ateş kesmekten öte, Osmanlının teslim oluşunu kayıt altına almaktaydı. 30 Ekim 1918’de yapılan anlaşmada, ateş kes sonrası da, düşman güçlere, Osmanlı devletine karşı saldırıları sürdürme, istedikleri yerleri işgal etme gibi haklar verilmişti. Dahası, Osmanlı, bu saldırılar sırasında arızalanacak olan düşman araç ve gereçlerinin limanlarımızda, tersanelerimizde onarılması, düşman askerlerine yiyecek temin edilmesi gibi aşağılayıcı yükümlülükler içeren maddelere imza atmıştı. İki yıl sonra, 10 Ağustos 1920’de Türkiye’yi İtalyanlar, Yunanlılar, Fransızlar, Kürtler ve Ermeniler arasında bölüştüren Sevr Anlaşması da Padişah Vahdettin’in oluru ile Osmanlı delegeleri tarafından imzalandı. Sevr Anlaşmasına olur veren Vahdeddin, onay verebilmek için Anadolu’da Mustafa Kemal öncülüğünde başlatılan kurtuluş hareketinin ezilmesini bekledi. Bu süreçte ulusal kurtuluş çabalarının bastırılması için 1918’den 1922 yılına değin, düşman güçlerle işbirliği dahil her türlü girişimde bulundu.Ve kaybetti.
Kurtuluş Savaşı sonrasıOsmanlı fiilen ve tarihsel olarak bitmiş oldu. (1922)Zafere ulaşan Kemalistler Mondros Ateşkes (Teslimiyet) Anlaşmasını yırtarak, mağlup düşmanı Mudanya Ateşkes Anlaşmasına imza atması için ikna ettiler. Bu durumun farkında olan, ancak yine de onun ölüsünden de yararlanmak isteyen İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan) Lozan Konferansı’na çaresizlik içinde Ankara Hükümeti ile birlikte Osmanlı Hükümetini de davet etmeyi planladılar. Bunun birkaç nedeninden birisi de azınlıklar konusunda tarihsel muhatap arayışlarıdır. Düşman devletlerin bu sinsice girişimlerine karşı Ankara Hükümeti, Kasım 1922’de saltanatı ivedilikle kaldırdı. Böylece, yeni Türkiye’nin içte olduğu gibi dışta da egemenliğiilan edilmiş oldu. Lozan’a tek egemen güç olarak TBMM Hükümeti’nin katılmasının yolu açıldı.
Lozan’da Ermeni Tartışması
Ermeniler, Lozan Konferansı’nın ilk günlerinde sundukları muhtıralarında, “Türklerin 1.250.000 Ermeni’yi katlettikleri, 700.000 Ermeni’nin de çeşitli ülkelere göç etmek zorunda bırakıldığını” iddia ettiler. ABD Başkanının hakemliğinde Ermeniler için bir alanın belirlenmesi, Erivan Cumhuriyeti’nin sınırlarının Türkiye’nin doğu illerinden toprak katılarak genişletilmesi ve denizden çıkış için bir de liman verilmesini de istediler. Ayrıca, Kilikya(Maraş, Mersin, Adana, Antakya’dan Konya’ya uzanan Orta Toroslar Bölgesi) dağlarının da bu sınırlar içine alınması yönündeki isteklerini bir kez daha yinelediler.. Bu muhtırada, savaş sırasında tüm Ermeni milletinin İtilâf Devletleri'nin yanında savaştığını vurgulayarak bu devletlerin desteğini almaya çalıştılar.
İsmet İnönü, Aralık 1922’de Lozan görüşmelerinin ilk bölümünde bu isteği savunan devletlere karşı kürsüye çıktı. Kürsüde tarih dersi verircesine uzun bir konuşma yaptı. İngiltere Baş Delegesi Lord Curzon’un “Türkiye gibi büyük bir memlekette Ermenilere bir köşe bulunamaz mı?” şeklindeki sorusuna verdiği sert yanıta göz atılmalıdır. İsmet Paşa, Curzon’u; “Memleketleri Türkiye’den çok büyük devletler vardır, hem de bizden yeni ayrılan yerlerde çok geniş yerler vardır. Türk’e kalan ülke, hiç parçalanma kabul etmez bir bütündür. Doğu illerinde ve Kilikya’da Türk halkı yurtlarını yabancı istilasına karşı, hesapsız fedakârlıklarla savunmuşlardır. Yerlerini hiç kimseye vermezler” sözleriyle yanıtladı. Bu konunun Gümrü, Kars ve Moskova anlaşmalarıyla Ermeni Cumhuriyeti ve Türkiye arasında çözüldüğünü, Lozan’da bulunan Ermenilerin emperyalist devletler tarafından ülkesine karşı kışkırtılan, Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilere de acılar yaşatan saldırgan Ermeniler olduğunu dile getirdi. İnönü, ABD, Fransa ve İngiltere delegasyonlarına bir öğütte bulunur: “Türk milleti, azınlıklara uygar dünyanın kabul ettiği hakları tanır. Fakat kendi istiklalini, kayıt altına koyacak hiçbir yeni öneri kabul edemez. Azınlıkları kurtarmanın en iyi yolu, onları dışarıdan lekeleyecek ilişkilerle tahrik etmemek, bu ilişkilerden korumaktır. Bunlar dıştan gelecek bir şefkate dayanmamalıdırlar. O zaman hepsi barıştan sonra Türk vatandaşları ile bir arada yaşayabilirler. Türkiye’de kalmak isteyen Ermeniler Türk vatandaşlarıyla kardeşçe yaşayabilirler. Ancak Türk toprakları herhangi bir Ermeni yurdu için parçalanamaz. Ne Doğu illerin, ne Kilikya’nın, anavatandan ayrılması mümkün değildir. Zaten Türkiye, bu gün mevcut Ermeni Cumhuriyeti ile antlaşmalar yapmışlardır. Başka bir Ermenistan’ın vücut bulabileceğini Türkiye hayalinden bile geçirmez.”
Başta İngilizler olmak üzere, Fransız, Amerikan, İtalyanlar dahil tüm İtilaf Devletleri, Osmanlı’dan kopardıkları ayrıcalıkların hiç değilse bir bölümünü korumak üzere Lozan’a gelen diğer ülkelerin heyetleri, Türk heyetinin ve İsmet İnönü’nün meydan okumaya dönüşen yanıtları karşısında şaşkına döndüler. Osmanlı ile tarihte birçok konferansa katılmış, birçok anlaşmalara imza atmış olan emperyalist ülke temsilcileri, karşılarında alttan alan; kendilerine hayranlık besleyen,bu hayranlık nedeniyle ulusal çıkarlarını göz ardı edebilen “Saray Beslemessi” diplomatlar yerine; ülkesinin çıkarlarını savunan Anadolu Hükümeti diplomatlarıyla karşı karşıyaydılar. O ezik büzük Osmanlı diplomatları gitmiş; kendi ses tonlarından bir üst perdede yanıtlarla yeni diplomasi örneği veren; çoğu kez, istekler karşısındanezaket kurallarınıbile hiçe sayan, öfkeden köpüren bir Türk heyeti vardı karşılarında. Görüşmelerin birinci bölümünde emperyalist isteklerin geçersizliğini kanıtlamak ve ortaya atılan iddiaları yanıtlamak için söz alan İsmet Paşa’nın yaklaşık üç saat süren konuşmasını sıkılarak dinleyen Lord Curzon söz aldı. Ve alaylı bir üslupla, “İsmet Paşa’nın eskiden bir general ve bir diplomat olarak tanındığını, şimdi ise bir tarih profesörü gibi davrandığını” dile getirecektir.
Batı’nın Ermenileri Satışı
Lozan görüşmelerin sonucunun belirginleştiği son aşamada, umduğunu bulamayan Ermeni çete temsilcilerinin emperyalist devletleri hedef alan bildirgeleri bir itiraf belgesi niteliğindedir. Lozan’da barışın istekleri dışında gerçekleşeceğini öğrenen Ermeni delegeleri, 2 Şubat 1923’te Lozan kentini terk etmeden önce, Lozan’dan ayrılırken konferansa katılan devletlere serzenişte bulunan bir bildiri yayınlamışlardır. Bildiri özetle şöyledir: “ Ermeni delegeleri, Lozan Konferansı komisyonlarının açıklamalarından ve basında yayınlanan barış antlaşması projesinden İtilaf Devletleri'nin Ermenileri ve Ermeni sorunlarını yüzüstü bırakmış olduğunu anlamıştır. Büyük devletler, Türkiye’deki Ermenilerin kurtarılması hakkında yalnız siyasi ve insani bakımdan değil, Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri için ve bu devletlere karşı göstermiş olduğu pek çok hizmetlerden ötürü verdikleri sözleri de hatırlatırız. Büyük savaşın amaçlarından birisinin de hak ve adalet sağlamak olduğu halde Ermeniler bundan yoksun bırakılmıştır.”
Ermeni delegeleri bu bildirilerinde emperyalist devletlere “bizi sattınız” demek istiyorlar; ancak bunu daha açık ve gür bir ses tonuyla söyleyecek gücü bulamıyorlardı. Belli ki ileride (bu günler için) emperyalist devletlerin yeniden desteğine sığınacaklardı. .
(Son)