Zaferler üzerinden hayata bağlanmak ve telafisi olmayan kayıpların yüreğe saplanan bıçak kesiği acısından bir umut çıkartmak, dünyadaki en zor ve en lanet işmiş.
Bunu içimde bu kadar net hissedebilmenin birçok yaşanmışlığı var elbette, iç içe geçirerek paylaşma sebebim ise hayat bir keşmekeş yumağından ibaret, düğümlenen her bir kulaç seni imtihan eden bir öğretmen ya da eğitmen.
Girdabın içinde olduğunuzu fark ettiğiniz anlarda, tarihin arşivlerinde yer eden acıların kayıpların ve geri dönüşü olmayan gidişlerin gerçekliğinde, takıntılarınızın utançlığıyla yüzleştiriyor sizi o eğitmen ve öğretmen olarak tabir ettiğimiz hayat.
İşin daha da ilginci, bunun mukayesesinde bile size gelgit yaşatan belki de tokat atmaktan utanmayan hayatın ta kendisidir. Siz öğrencisiniz ya şiddetin utanmazlığı, pişkinliği ve ikiyüzlülüğü şu sarıldığımız hayatın en iyi kozlarıdır, iyi bir eğitimci olmakla övündüğü ve asla kendinden ödün vermeyen hayat!. Fakat hakkını vermemiz gerektiği yerlerde var, ödün vermemekle birlikte ara sıra ödül veriyor ama fitilli afilliğin de.
Dedim ya iç içe geçirerek paylaşma isteğimin sebebi bu, günün yaşam koşullarında verdiğimiz savaşın üzerimize yüklediği anlamsızca yarattığı psikolojik dirence bağlı rekabet ortamı, algımıza verdiği komut, çiğ bir insan profilinin gereksizliği kadar somut.
Şimdilik bu konunun arasına sıkışan virgülü vicdanıyla baş başa bırakıyorum o kendi sorununu çöze dursun, benim asıl yazmak istediğim savaşma nedeni sebebi ve gerekliliği olan Vatanın bölünmez bütünlülüğü için canını feda eden, eğilmez kahramanlar.
ÇANAKKALE…….
Bir ulusun en önemli değeri olan bayrağının yere düşmemesi için verilen mücadele, bir karış toprağı kucaklayıp bedenindeki ruhuyla takas eden Şehitlerimiz.
Onları yâd ederek anılarına durulan saygı duruşunun iliklerimize işleyen maneviyatı, kim bilir içinde bulunduğumuz zaman diliminde takıntılarımızın bizi utandıran utanmazlığı.
Bir bayrak nasıl yakışıyorsa gökyüzüne, ölüm o denli yakışmadı on beşliklere. Ancak onlar biliyorlardı bu gün bizim bilemediğimizi, vatan için gerektiğinde ölünmeli yine gerektiğinde verilmesi gereken can ise hiç düşünmeden verilmeli.
Yıllar önce ziyarete gittik o kutsal olan topraklara Çanakkale’ye. Her adımda altında yatan bir cana değiyor gibi hissettim, ayaklarımı yere basmaya korktum ve hatta utandım. Benimde vatani görevini layıkıyla yapan iki evladım vardı, bunun gururunu yaşıyorken orada toprağın kucağında yatan gencecik değerlerin anaları geldi bir bir gözümün önüne.
Toprak için, namus için verilen savaşın yanında, günümüzde asalakça yapılan savaşların anlamsızlığında da utandım aynı derecede.
Ziyarete gittiğimizde Çanakkale’ye gidenler bilir o poyraz rüzgârının sertliğinde savaşı anlamaya çalışırken, uyuşan zihnimize haddini bildiriyordu ciğerimizin içine girip dışarıya çıkan rüzgâr.
Havada birbirine giren mermilerin savaş dokümanlarının sergilendiği müzelerdeki şaşkınlığıyla salya sümük ağlarken İnsan olmaktan utandım durdum ziyaret boyunca.
Unutmamak için, hatırlamak için ve orada yaşanılanları anlayabilmek için gidilmesi ve idrakine varılması gerekiyor, inanın çok derin izler bırakıyor bir ziyareti bile, kaldı ki orada savaşan bize bu vatanı emanet eden binlerce şehidimize borcumuz olduğunu unutmamamız içinde oralara sık sık gitmemiz gerekiyor.
İşte o ziyaret sırasında boğazıma düğümlenen sözcüklerin döküldüğü satırlar. Savaşlar hiç olmasın çocuklarımız ölmesin diliyorum.
Sen hiç buğday başaklarının
Seviştiğini gördün mü
Poyraz rüzgârlarıyla?
Ben gördüm.
Çünkü onlar zafer kazanılmış topraklara salmıştı köklerini.
Çanakkale şehitlerimizi saygıyla anıyorum….