Kocaeli 12. Kitap Fuarı standındayım. Kitaplar önümde serili. Her zamanki gibi, sessizce, gelen gidenle ilgilenmekteyim.
Sabah çok kalabalıktı. Gürültü, patırtı, cıvıltı derken sersemledik adeta. Okullardan öğrencileri getirmişlerdi.
Çocuklar çevreye dağıldılar, kitapları ellediler. Paraları yettikçe kitap alan çocuklarla hoş söyleşilerimiz oldu. Bazıları fotoğraf da çektirdiler benimle. Yakından yazar görüp sevindiler çoğu, kitap alamasalar da.
Öğleden sonra el ayak çekildi. Tek tük gelişler başladı sonra. Kitaplara ürkek bakışların arasında bir adam yaklaştı sergime. Ellediği kitabımın adını mırıldandı adam: AZ ÇORBA AZ PİLAV ÜSTÜ AZ KURU... Kitabın önüne arkasına baktı. Etkilendiği belliydi bakışlarından.
Doğruldum. O, efendi, sakin sesimle, usulca ve mahcupça: "O kitabın yazarı benim! Kitapta yaşamımdan..." dememe fırsat vermeyen adam, kitaba saygısını esirgemeden bana, dobra dobra: "Sen hiç yazara benzemiyorsun!" dedi.
Boyuma bosuma, kılığıma kıyafetime dikkatle bakan kardeşe:
"Niçin? Neden benzemiyorum? Yazar nasıl olur ki?" dedim.
Adam, kitap elinde, beni biraz daha süzdü.
"Yazar..., şey..., sen... " dedi.
Beni, görevlilerden biri, sıradan ve normal insan saymıştı vatandaşımız. Elindeki kitabı yazan bu kadar basit biri olamazdı ona göre.
İnanamadı bir türlü bana.
Ona, kim olduğunu, ne iş yaptığını sordum. Devlet Demir Yolları işçi emeklisiymiş.
Fiyatını sorup kitabımı bırakan adam kalabalığa karıştı gitti.
Hak verdim ona tabii! İmza kuyruklarını gördükçe ben de fark ediyorum şair ve yazar olmadığımı. Ne yapayım ki! Beynim ve kalbim zorluyor, ellerim yazıyor. Ben yazıyorum yalnızca ve kendimce. Reklam ve satış başka şey!
Anonsta adım vardı yine de.
"Yazarımız Hayri Sarı, ... imzalamaya devam ediyor."
O adam, Kocaeli 12. Kitap Fuarını çınlatan sesin öğrencim Canan'ın sesi olduğunu söylesem ne der ki!?
Sessizliğin sesi olmaya devam, dedim kendi kendime. Millet, sesi duysun, beni görmesin. Huzur benim içimde.
Yumurtayı ye, yumurtlayan tavuğu sorma kardeşim!