Bu satırları karalamadan önce kendimi öyle paslı hissediyordum ki sanki daha cümleye başlamadan zihnimde sıraya koyduğum kelimeler düşecekmiş gibi sallanıyordu. Cümlelerimin başına kötü bir olay gelmeden hemen harekete geçmek artık zaruri bir hal aldı. Bu kadar birikmiş ligin özellikle son zamanlarda bana verdiği rahatsızlığı azaltmam gerek. Bu sadece zaman meselesi ama bu kadar uzun değil. Sizde acele etmelisiniz çünkü bitişe her geçen an yaklaşıyoruz.

Herkesin bir son kullanma tarihi var. İşin iyi tarafı bu tarihin ne zaman olduğunu bilmiyor olmamız. Biliyor olsaydık her şey çok daha kolay olabilirdi. Zaten yaşamı eğlenceli ve katlanılabilir kılanda bu bilinmezlik olmalı.

Sadece başkalarının anılarında eskiden oynadığımız iyi veya kötü başrol performanslarımızın yerlerine yenisini ekleme hususunda fiziksel imkânsızlıklar önümüze aşamayacağımız setler çektiği zaman, siyahın egemen olduğu başka bir yer ne kadar huzur verici olabilir ki? Gerçi bu renksizlik durumuna bu kent o kadar alışık ki yabancılık çekeceğimizi sanmıyorum. İnsanın ağırına giden ise her iki tarafta da bir farkın bulunmayışı. İşte bu noktada bir fark yaratabilirsiniz.

Sizi uğurlamaya gelenler ya da daha sonra ziyaretinize gelecekler için doğada bulunmayan ve tüm renkleri absorbe eden siyahtan uzak durmalarını söyleyebilirsiniz. Ben yazıyorum işte. İzin verin bari sizi görebilelim. Kapatmayın yüzünüzü. Saçlarınızı özgür bırakın dalgalansınlar rüzgârda. Bu hareketiniz güzel bir sonsuzluğun başlangıcı olabilir.

Peki ya sessizliğe ne demeli. Müziğin, ruhun gıdası olduğunu öğrenerek büyüdük. Benim zevkim biraz sıra dışı olsa da yanımdan geçen araçların müziğin sesini kısmaları, öğrendiklerimizle çelişmiyor mu? Benim yanımdan geçerken müziğin sesini sonuna kadar açın. Ne çaldığınızın bir önemi yok. Şahsen tercihim Vivaldi’nin “Dört Mevsim” konçertosu. Zamanınız varsa hepsi, yoksa “Yaz” en sevdiğim.

En son ne zaman yardım ederek bir insanın yüzünü güldürdünüz? Mesela cebinizdeki paranın yüzde bilmem kaçını değil de tamamını hiç tanımadığınız birine verdiniz mi?Ben verdim hem de birçok kez. Hatta sadece insan ve paraya indirgemeyelim. Tanrı rızası için ya da %99’u Müslüman olan bir toplumda daha geniş bir ifadeyle Allah rızası için onun katında daha iyi bir mertebe kazanma düşüncesiyle elimizi uzattığımızda kendimize mi yardım ediyoruz yoksa karşımızdakine mi? Bu soru hep kafamı kurcalamıştır.Aslında cevabı basit. Bir beklentiyle hareket ederseniz o zaman bunun adına yardım değil alış veriş denir. Ben tercihimi bu işe dini katmamakta kullanıyorum.

Birbirinden bağımsız paragraflar arasında dolaşırken birden tutarlılık hissi verebilir ama başa döneceğim. İşte vasiyetim; yazı yazın. Ne yazdığınızın bir önemi yok sadece yazın. Olmadı karalayın. Fakat bunu elektronik ortamda bir Word dokümanına değil saman kâğıda yazın. Elinizde bir tükenmez kalem değil, halk ağzı tabiriyle basmalı kurşun kalem değil normal bildiğimiz sıradan bir kalem olsun. Yanınızda bir kalemtıraş ve silgi de bulunmalı. Bunlar çok önemli.

Eğer bu yazıyı sonuna kadar okuduysanız, yerel bir gazetenin olmayan köşe yazarının sıradan bir yazısına bu kadar zaman harcayıp sabır gösteriyorsanız inanın benden daha fazla okuryazarsınız. Bu gerçek. Ben bu kadar yazdıysam sizin dağları delmeniz gerek.