Siyasetin zehirli dili ve ikiyüzlülüğü

Abone Ol
Doğrusu ya ülke gündemine yetişip, gelişmeleri boyutlarıyla tartışmak mümkün değil… Çok değil bir ay önce tek gündemimiz depremdi… Unutuverdik hemen… Suriye’deki savaş ve onun bir sonucu olarak ortaya çıkan mülteci sorunu yüreğimizi daha fazla yakıp, zihnimizi daha çok meşgul etmeye başladı çünkü… Art arda tutuklama kararı çıkan Osman Kavala meselesini konuşmaya bile fırsat bulamadan, bir hafta içinde sekiz gazetecinin tutuklanması bambaşka boyut ekledi gündeme… “Neler oluyor” sorusunu bile soramadan hepimizi tehdit eden koronavirüs tek gündem haline geldi…
 
Mecliste yaşanan “Şerefsiz, namussuz” kavgası epey patırtı kopartsa da çok çabuk sönümlendi… Hemen söyleyeyim, CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç’un kullandığı dili, tıpkı kendisine yapılan saldırı gibi tasvip etmiyorum asla… Normal bir ülkede yaşasak günlerce konuşur, meclisteki seviyenin bunca düşmesinden duyduğumuz endişeyi birbirimizle paylaşırdık… Siyasetin dili bu derece pespayeleşmemeli gerçekten… Sözde yasama hakkını kullanan milletvekillerinin kullandığı dille kahvehane bıçkınlarının kavram dünyası birbirinden farklı olmalı... Da kime anlatacaksın?
 
CUMHURBAŞKANI AKP GENEL BAŞKANLIĞINI DAHA ÇOK SEVİYOR
Balık baştan kokuyor çünkü… Onu bu sözleri kullanmaya sevk eden Cumhurbaşkanı, neredeyse her konuşmasında kendine muhalif olan herkese aynı cümlelerle sesleniyor… Yetinmiyor canının istediğine dilediği yaftayı takıp, aklına esen sıfatı yakıştırarak ortamı sürekli geriyor… Daha kötüsü de şürekâsı onun böyle imtiyaza sahip olduğunu savunuyor… “Bu üslup yanlış” uyarısının başlarına hangi musibetleri getireceğini bildiklerinden, zatı şahanelerine kullandığı zehirli dilin doğru olduğunu söylüyor… Daha da ileri gidip havuz medyasının gücüyle kamuoyunu da güdülemeye çalışıyor…
 
Seksen milyon içinde bu dili kullanmaya en az hakkı olan kişi Cumhurbaşkanı oysa… Ülkenin, sözüm ona, birliğini temsil ediyor çünkü… Yürütme erkinin en tepesindeki insan olarak, muhalefet partilerinden daha ağır bir sorumluluk taşıyor… Ana muhalefet partisinin genel başkanı yalnızca partisinin başıyken, onun ülkede yaşayan herkesin cumhurbaşkanı olması gerekiyor… Ama o AKP genel başkanı olmayı daha çok tercih ediyor… Kendince haklı da… İktidarını kaim kılması için tabanını diri tutması, onun için de bu şekilde çıkışlar yapması gerekiyor… Olan da, doğal olarak ülkeye oluyor…
 
HAKİM VE SAVCILAR CUMHURBAŞKANLIĞINA DEĞİL DE AKP GENEL BAŞKANINA BAĞLI
Sorunlarımızı yalnızca gündemin hızı nedeniyle değil, ağır yasaklar yüzünden tartışamıyoruz bir de… Kürt sorununu ağzımıza almaktan vaz geçtik çoktan da, ülkenin güvenlik politikalarını da tartışamıyoruz artık… Devlet zoruyla, Erdoğan ve maiyeti ne derse doğru kabul etmek, uyguladığı her politikayı bedeli ne olursa olsun alkışlamak zorundaymışız gibi bir atmosfer oluşturuldu ne kötü ki… En kötüsü de, devletin tüm organları gibi adaleti sağlamakla görevli hakim ve savcılar da, Cumhurbaşkanlığına değil de AKP Genel Başkanına bağlı olarak çalışıyor… Bu da toplumsal hayatta onulmaz yaralar açıyor…
 
Dehşetle izliyoruz, bir hafta içinde tamamı muhalif tam sekiz gazeteci tutuklandı… Tek suçları iktidarın hoşuna gitmeyen haber yapmak olan gazetecilerin hepsi demir parmaklıklar arkasında şimdi… Ortaya konan ikiyüzlülükse insana spazm geçirtiyor… Bu hukuksuz uygulamalara “Yargı kararı, ne yapabiliriz ki” diyen iktidar çevreleri, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş gibi isimlerin tahliye kararlarına “Seyirci kalamayız” diyerek müdahale ediyor… Siyasetteki pespaye dil kadar, bu ikiyüzlülüğü de reddetmemiz gerekiyor… Ülkenin üçüncü sınıf demokrasiden kurtulmasının başka yolu yok çünkü…