SOLUCAN HİKAYESİ

Abone Ol

   Bazı insanlar vardır ki sen ne söylersen söyle o yine bildiğini okur. Lafı döndürür dolaştırır kendi bildiği konuya getirir. Herkesi de bu bildiği konuya ısrarla inandırmaya çalışır. İşin tuhafı önemli bir kesimi inandırır da! Ayrıca, inananlar inanmakla kalmaz; sordukları sorunun veya esas konunun içeriğini unutarak bu insanlara tam not bile verirler.

   İsterseniz bunu bir örnek vak'ayla açıklamaya çalışalım.

   Çocuk lise öğrencisi. Hocası ertesi gün biyoloji dersinden kurtarma sözlüsüne kaldıracak. Zaten tembel bir öğrenci olan kahramanımız bir gecede ne kadar çalışacak ki! Hemen şöyle bir kurnazlık düşünüyor: ''Yahu bizim hoca hep solucanı soruyor. Büyük bir ihtimalle bana da soracak. İyisi mi ben bu gece solucanı iyice ezberleyeyim.''  Ve öyle de yapıyor.

   Ertesi gün, Hababam Sınıfındaki önünü bile göremeyen, kalın gözlüklü ve yaşlı hocaya benzeyen biyoloji hocası çocuğu sözlüye kaldırıyor, ve aksilik bu ya; ''Oğlum, anlat bakalım leyleği!'' diyor. Çocuk önce başlıyor leylek hakkında herkesin bildiği genel bilgileri sıralamaya; ''Leylek uzun bacaklı, uzun gagalı göçmen bir kuştur. Leylek solucanla beslenir.'' dedikten sonra; solucanı öyle güzel anlatıyor ki; hocanın gözleri yaşarıyor ve ''Aferin oğlum.Sana on veriyorum.'' deyip çocuğu yerine oturtuyor.

    Örneğimizdeki öğrenci gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'da, siz ne söylerseniz söyleyin konuyu döndürüp dolaştırıp başkanlık sistemine getiriyor. ''Cumhurbaşkanını halk seçmiştir. Bu fiili bir durum yaratmıştır ve artık sistem değişmiştir.'' diyor. Halkımızın önemli bir kısmı da, yine örneğimizdeki hoca gibi, cumhurbaşkanının mevcut anayasaya göre seçildiğini; ve hatta  Erdoğan'ın anayasaya bağlı kalacağına dair yemin ettiğini unutarak kendisine tam not veriyor.

    Koalisyon kurdurmamak için herkesin gözü önünde tezgahlanan tüm etik dışı politikalarla; ekonominin dramatik bir şekilde bozulma alametleri gösterdiği ve  kanlı bir kaosa sürüklendiğimiz  bir ortamda, ülkeyi hükumetsiz bırakarak tekrar seçime sürüklemenin asıl amacı nedir diye düşünmemiz gerekiyor. Hatta gözlerimizi dört açıp görmemiz gerekiyor.

    Ama bunu görebilmemiz için bazılarımızın Hababam Sınıfı hocasının gözlüklerine benze gözlüklerini çıkarmaları, ve önlerini net görecek gözlükler takmaları lazım!

    

ŞEHİT EDEBİYATI

 

    Son günlerde sinir olduğum şeylerden biri de sürekli şehit edebiyatı yapılması. Doğru dürüst eğitim bile yaptırılmadan (Bende askerlik yaptım. İnanır mısınız askerlik sürem boyunca tabancayla sadece bir; tüfekle ise altı kurşun atmamıza izin verdiler! Şunu anladım ki, profesyonel askerlik sistemine geçmeden mevcut eğitim sistemiyle ordumuzun vurucu gücü geliştirilemez.) cepheye sürülen fakir fukara çocuklar, yörenin kurdu olmuş ve iyi eğitilmiş PKK militanları tarafından öldürülüyorlar. Bu kirli savaşın esas sorumluları olan hükumet yetkilileri ise kendi kusurlarını örtmek için ''bunlar şehit oldu. Cennete gidecekler'' diye gariban aileleri klasik şark kurnazlığı ile teselli etmeye çalışıyorlar. Hatta Cumhurbaşkanı, ''Ne mutlu o şehitlere ve şehit ailelerine.'' diyebilmiştir.

   Eğer şehit olmak ve şehit anası veya babası olmak mutluluksa; o zaman biraz da kendileri neden mutlu olmak istemiyor? Neden başta eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan olmak üzere,önemli devlet adamları, üst düzey askerler ve zenginler çocuklarına askerlik yaptırmamak için çürük raporu alıyor veya bedelli askerlik yaptırıyor? Bazılarının çocukları da askerlik yapsa bile bu göstermelik oluyor. Ya büyük şehirlerdeki ordu evlerinde, ya da sahil kentlerinde yapıyorlar. Güneydoğu'ya giden yok!  Yani bu vatanın pastasının kremasını sen yiyeceksin; ama başkaları koruyacak! Böyle bir kurnazlık var mı? Bu kadar adaletsizliğe vicdanları nasıl el veriyor anlaşılır gibi değil. Bir anlaşılamayan da halkın  bu şehit edebiyatına kanarak bu durumu kader kabul etmeleri ve bu adaletsizliğe tepkisiz kalmaları.

   Değerli okuyucular, kim kimi kandırıyor? Eğer şehit olmak veya şehit ailesi olmak iyi bir şey olsaydı, bu kalantor takımı bunu fakir fukaraya kaptırırlar mıydı sanıyorsunuz? Gariban halkın çocuklarını cepheye sürerek efelik yapılması kahramanlık değildir. En önde kendi çocuklarını gönderirlerse işte o zaman onların samimiyetlerine inanır ve saygı gösteririm.

   Aklıma gelmişken sorayım: Siz hiç bir villaya, bir rezidansa veya lüks bir lojman veya gökdelene asker cenazesi geldiğini gördünüz mü?

   Tüm bu gerçekleri görmek ve gereğini yapmak için, önce yine ileriyi görebilen iyi gözlüklere ihtiyacımız var!