Tamam, seçmen kendisinin aynadaki sureti olarak gördüğü AKP’yi, diğer partilere göre çok fazla daha tercih etti…
İnandım, önemli bölümü milliyetçi muhafazakâr olan ve dini motiflerin seçme ölçütü olarak hâlâ belirleyici olduğu bir ülkede maça zaten 3-0 önde başlayan AKP, bu avantajını iyi kullanarak seçimi kahir ekseriyetle kazandı…
Kabul, vaatleri ne olursa olsun diğer muhalefet partileri hiç inandırıcı gelmedi seçmene, ahali, zaten aralarında açı farkı bulunan partilerden ne ışık, ne de elektrik aldı…
Anladım, seçmen, koalisyonun kurulup kurulmayacağı için fala bakmaktansa istikrarı tercih etti, “İyi kötü bir hükümet olsun başımızda, işler yürüsün de” dedi oyunu o saikle kullandı…
Pekâlâ, toplumun büyük çoğunluğunun kendilerine başörtü takmayı bile yasaklayan zihniyete öfkesi dinmedi bir türlü, akıllarının bir kıyısında asılı duran hayatlarına müdahale korkusu yeniden depreşti…
İman ettim, PKK saldırılarıyla epey kolaylaştırdı AKP’nin işini, HDP böylece zayıflatılırken her şeye “Hayır” diyen MHP uzlaşmaz tavrıyla devre dışı kaldı…
ZONGULDAKLILARA NE OLDU PEKİ
Da…
2002 yılından bu yana ekonomik, demografik, sosyal, eğitsel, sportif her türlü göstergede dipten dibe savrulan Zonguldaklılara ne oldu peki?
Bu rakamların anlamını hiç mi düşünmedi sandığa giderken?
“Yol yapıyor, dünyanın en büyük havaalanını faaliyete geçiriyor, boğaza köprü üstüne köprü kurup, tünel üstüne tünel açıyor” diye oy verdiği AKP’nin kendine sunduğu yolun kalitesini hiç mi önemli saymadı?
Ciğerleri zaten kömür tozuyla dolu madenci, tıknefes bir şekilde evine dönerken bir de yollarda yuttuğu tozu, düştüğü kasisleri hiç mi kale almadı?
Kendisi emekli maaşıyla kıt kanaat geçinen Zonguldaklı asgari ücretli kölelik için Bursa’ya, İstanbul’a, Keşan’a gönderdiği evladının yüreğinde taşıdığı işsizlik acısını hiç mi duymadı içinde?
Düne kadar yanında esamisi bile okunmayan kentlerde oluşan Zonguldak kolonileri hiç mi dağlamadı yüreğini?
Santral üzerine santral kurularak düşürülen yaşam kalitesi, artık girilmesi bile mümkün olmayan denizleri, ağır ağır yok olan ormanları, solunamayan havası, mührü basarken, hiç mi aklına gelmedi?
12 yıldır neredeyse çivi çakmadıkları kentte, “Hele seçimi kazanalım, uçuracağız” vaadiyle kapı kapı dolaşarak oy isteyen siyaset cambazlarının yüzlerindeki sahtelik hiç mi çarpmadı gözlerine?
Hiçbir gelecek vaat etmeyen zavallı kentlerinin düşürüldüğü mecalsiz hal, hiç mi canlarını yakmadı?
YALAN İSLAM’IN KAÇINCI ŞARTI
Ya peki, “Hiç değilse bunların alnı secdeye değiyor, dinini, diyanetini biliyor” diye oy veren Müslüman kardeşim, “Çalıyorlar ama yapıyorlar da” diyerek sandığa koşmak İslam’ın kaçıncı şartı sence?
Evladı ölmüş bir anneyi on binlere yuhalatıp, çocuğunun neden öldüğünü sorgulayan bir şehit babasını karaktersizlikle suçlamak hangi kitabın, neresinde yazıyor?
Hiç soruyor musun kendine, Fransız Charile Hebdo dergisinde yayımlanan karikatürler nedeniyle şaha kalkan gururun, sıra “Bakara, makara” madrabazlarına gelince neden sütçü beygirine dönüyor?
“Camide içki içtiler”, “Kabataş’ta başörtülü bacımı çocuğuyla beraber linç ettiler”, “Camileri ahır yaptılar” yalanları tüm berraklığıyla ortaya çıktığı halde, hiçbir şey olmamış gibi aynı yalanı söylemeye devam edenleri aziz kılan ne gerçekten?
Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy davaları sırasında “Savcısı benim” diyerek oyları topladıktan sonra, dava çöküp, iddiaların yalan olduğu ortaya çıkınca hiç özür dileme gereği duymadan, “Bu iddianameleri hazırlayan paralelciler, beni de kandırdılar” diyerek mağdur rolü oynayan kurnazlara oy verirken hiç mi sızlamadı için?
Düne kadar kol kola girip ülkeyi birlikte bölüştükleri cemaati ülkenin en büyük düşmanı ilan zihniyetin, eğer bu iddiası doğruysa, “Ne istediler de vermedik” diyerek yardım ve yataklık yaptığı, canilerle suç ortaklığı oluşturduğu bir an olsun bile gelmedi mi aklına?
“Başörtülü bacım” edebiyatıyla oyuna talip olan yankesiciler deresine, merasına, vadisine sahip çıkmaya çalışan Anadolu’nun dört bir yanındaki başörtülü teyzeleri gaza boğup, dipçik zoru ile yerlerde sürüklerken hiç mi vicdanın sızlamadı?
Şaşmamak elde değil, sahtekârlıkla Müslümanlığı, yalanla İslamlığı, hırsızlıkla dindarlığı, vicdansızlıkla inancı nasıl bir araya getirdiniz gerçekten?
Şimdi bu seçimin sonuçlarını nasıl okumalıyım ben?
Hangi sosyolojik gerekçeye yaslayarak anlamlandırmalıyım?
Fikri olan varsa beri gelsin…