Yaşadığımız zamana tanıklık ederken, tepkilerimizin kuru gürültüsü sanal bir gaz yapıyor bünyede. “Yürekli olmak” gibi bir sıfatı taşıyamamakla birlikte diğer yandan arşivlere düşen yaşamsal gerçeklerin ders verici donelerini de, hiçe saymaya devam ediyoruz.
Siyasetin kışkırtıcı arsızlığı gözünü döndürüyor insanlığın. Kazanmak ve illaki hedefe ulaşmak bütün yolları mubah kılıyor muhatabına. Kendini, kendince yüceltenler, içi boş bir çuvalla düşüyorlar yola, sonrası malum, akçeler, ganimet ve servet sahibi olma garantisi.
Ne ala meslek dedirtiyor insana, itaat etme zorunluluğu da egoları okşayınca, değme keyfine, sonrasında ise hizmet ve emek hak getire oluyor kendiliğinden.
Beceriksizliğin, iş bilmezliğin pirim yaptığı bir başka platform var mıdır bilmiyorum ancak siyaset sahnesi oyuncularında ustalık aramıyor belli ki. Manevra kabiliyeti esas, denemek ve yanılmak yöntemi kendini tekrarlıyor mütemadiyen. Taraf olmak ve kesenizin içindeki akçelerin coşkusu gözü kör, kulağı sağır etmeye yetiveriyor, akçeler nerden nasıl geliyor sorgulanmıyor bile.
Gücünü kesesindeki akçelerden alanlar, her işi yapmaya, her halta bulaşmaya meylediyor. Hal böyle olunca da kendini bilgiyle görgüyle donatmak için ömür harcayanlar düşüyor gözden. Zaten onların elde avuçta akçeleri de olmuyor ki kendilerine yatırım yapmaktan, soyunlar işe, dökülsünler sahaya.
“Onlar en başından bilgili ve farkındalığı oldukları için kaybedenler.”
Kendinizce doğru bellediğiniz ve öncelik yaptığınız yaşamın olmazsa olmazı, adalet eşitlik gibi kavramların peşine düştüğünüzde, adil olmayan savaşın cephesinde buluyorsunuz kendinizi. Düzeni korumak, düzensizliğin yüzüyle tanıştırıyor sizi, dahası da gerçekler can yakıyor, özelliklede gerçeğin peşine düşenlerin canını.
Emek, akçenin altında ezildiği sürece, daha çok tarih sayfalarına yüz kızartıcı gerçekler yazdırır kendini.
Ders çıkartabilmek için gerçeğin kirlenmesine izin vermemek esas olmalı, bunu başarabilmek imkânı var mıdır sahiden bilinmiyor.
Bu Her daim böyleydi aslında diyor iç ses, arşivler bu yüzden örneklerin çokluğunda kıymetini koruyor korumasına da dikkate alan ve kendine ders çıkaranı pek olmuyor.
Ne hizmet adı altında işe soyunanın, ne de o işe soyunanların çıplaklıklarını görmeyenlerin bi haber oldukları dünya dönüyor yine kendi teranesinde.
İşin birde şöyle bir boyutu var ki bunun önüne geçebilmek, bunun aksini kabul ettirebilmek imkânsızlığın diğer adı oluyor “çaresizlik.”
Kendi ve dünya tarihinden ders çıkartmayı öğrenemeyenler, yenisini kendi kurallarında yazan zamana da fırsat verenler oluyor. Eğer şikâyet etmekten öteye gidemediğiniz anlar çoğalmaya başlamışsa, kaybetmek gibi bir gerçeğin tutsaklığı da sizi ele geçirmiş demek ki.
Cehalet elindeki ipi âlimin boynuna geçirmeyi başarabiliyorsa, âlim olmanın değeri kıymeti de kalmıyor o anda.
Kendini yaşadığı günün rezaletinden arındıramıyorsa insanlık, sürünün içine karışmakta kaçınılmaz şu durumda. Ya sesi cılızlaşıyor ya da doğru bildiğinden şaşıyor insanlık.
Kazanlar kaynamaya başladı usul usul, dumanı tüten bir zaman koyuldu yola. Bu uğurda pişenler, kaymağa dönüşmeyi hedefleyenler ve cayır cayır yanacak olanlar Tarihe dip not olacaklar yakın zamanda. Geriye ne kalır, ne kalacak, bunu gelecek olan zaman kayıtlayacak elbette. Akçelerin sesi çoğaldıkça, insanlığın nefesi kesilecek bu başından belli bir gerçek.
İnsanlığın yüzü kızarmayacak belki ama tarih bir yenisini yazacak var olan utanmazlığın sayfalarına.
Ders çıkartamadığımız sürece biliyor olmak da faydasız. Öyle bir düzen kendine yer etmiş ki var olan sistemde, gücünü cehaletten, gücünü akçelerden alanlar hüküm sürüyor. Şu cehalet ve akçeler susturuyor her vakitte dili, yüreği. Bildiklerin, unuttukların, unutmak zorunda bırakıldıkların ve hatırlamadıkların! Artık sende sürünün bir üyesisin ne kadar çok bilgili olursan ol faydasız. Cehalet sesinde boynuna geçirdi ipini ey insanlık…