1980’lerden sonra beton konuta, villaya, yazlığa, yayla evine saldırdık. Her gördüğümüz tarlayı imara açtık. Japonya’da en büyük konut 40 metrekareyken biz 100 metrekarelik eve küçük dedik. Tarımı, hayvancılığı hakir gördük. Toprak ile uğraşanları değersizleştirdik…
Yarım asırdır altın değerinde toprakları olan Bolu ilinde ikamet ediyorum. 81 vilayetin de yarısından fazlasını az ya da çok gördüm. Anadolu’nun en değerli ovaları Bolu’da olduğu gibi betona tahsis edildi. Sonradan görme zenginler tarlaların ortasına villa, kaşane kondurmayı itibar olarak algıladı…
Sonuçta tarımda kendine yetemeyen, 98 ülkeden gıda ithal eden bir vatan haline geldik. Beslenme uzmanları “Kışın yazın yetişen meyve sebzeleri yemeyin, bunların içinde besleyici unsurlar yok denecek kadar azdır. Her ürünü mevsiminde tüketin” deseler de marketlerde patlıcan, kabak, salatalık, biber elma neden pahalı diye ağlaşanlar görüyoruz.
1980’li yıllara kadar pazara, manava gitmek nedir bilmezdik. Turfanda (sera) ürünleri(?) her yerde bulunmazdı. Antalya’da 3-5 TL olan mallar büyük şehirlerde 20-30 TL’ye zıplatılamazdı.
Sözü fazla uzatmak istemem. Uzun yazıları kimse okumuyor artık. Kışın yaz meyve sebzesi yemeden de yaşanabilir. Son 1 yıldır bitkisel esaslı (vegan), çok az yağlı beslenmeye geçtim. Hayvansal ürünlerin tüketim oranını yüzde 2-4 seviyesine indirdim. Tansiyon, şeker, kolesterol, prostat, halsizlik sorunlarım yüzde 90 oranında yok oldu.
Tarlalara beton dikenlerin, 4 mevsim her meyve sebzeyi bulup yiyeyim diyenlerin pahalılıktan yakınması makul ve mantıklı değildir. Ne kadar çok beton o kadar pahalı gıda olacaktır…