Hiç kuşku yok ki, kentin kültürel yaşamının en renkli, en üretken simalarından biri Mete Arif Tokmak. Çok yönlü bir sanatçı her şeyden önce… İlkin karikatürleriyle tanıdık onu, sonra gazete ve dergilerdeki kültür yazılarıyla… Karakalemden, sulu boyaya, yağlıboyadan pastele resmin pek çok türünde usta işi ürünler veriyor; çizgi romanlar, portreler, kent eskizleri çiziyor. “Sanatçı olunmaz, doğulur” sözünün en somut örneği olarak karşımızda duran Mete, tanrı vergisi bir yetenekle, sanatın başka disiplinlerinde de düşlerini çoğaltıyor. Okuma performansları, tiyatral gösteriler yapıyor, kısa filmler çekip, tiyatro metinleri, film senaryoları kaleme alıyor. Şimdilerdeyse “Taşra Züppesi” adlı romanıyla selamlıyor bizleri…
Bir imece ürünü olarak ZOKEV Yayınları arasında çıkan ve cumartesi akşamı imza gününü yaptığımız kitabı daha yayımlanmadan okumuş, görüşlerimi rapor halinde sunmuştum Mete’ye. Bildiğim kadarıyla benden çok daha yetkin yazın insanları, profesyonel editörler de okudu romanı. Herkesin ortaklaştığı fikir, romanda estetik bir bakışın, anlatmak istediği bir derdin olduğuydu. Olanağını bulan kimilerinin “Benim hayatım roman” dolduruşuyla kaleme aldığı, “çaktı şimşek” türünden mebzul miktarda metnin ortalıkta dolaştığı günümüzde bu bakışla bir ürünün ortaya çıkması, bencileyin bir yazı heveskârı için önemli elbette. Kentin kültür hazinesine çok değerli bir katkı da ayrıca… Bunun için Mete’leri, Mete’nin yüzlerini çoğaltmak gerektiğini düşünenlerdenim…
BAŞKA ESERLERİN İÇİNDE ÇOĞALMAK
Söyleşisinde tam da bu çabayı anlattı Mete. Bana sorarsanız son zamanlardaki gradosu en yüksek sunumlardan birini yaptı. Söyleşiden önce sahneye çıkan “Kömür Karası” müzik grubu, Rüştü ile Muzaffer’den Behçet Kalaycı’ya, Mehmet Yılmaz’dan Hamit Kalyoncu’ya kentin yetiştirdiği değerlere selam gönderen şarkıları söylerken, o da, romanın alt yapısını oluşturan okumalardan, izlediği filmlerden, içinde gözelenen Zonguldak imgesinden söz etti. Oluşumunda Dostoyevski’den Sartre’a, Camus’dan, Stephan King’e pek çok kişiden esin olduğunu dile getirdi. Yüzde yüzüne katıldığım saptamasında olduğu gibi, başka eserlerin içinde çoğalmadan, birikmeden, yeni ürünler ortaya koymak mümkün değildi zaten…
Zonguldaklı olan herkesin içinde kendini bulabileceği bir kitap “Taşra Züppesi”. Kenti hiç tanımayanların da atmosferine girdikleri takdirde egzotik tatlar alacağını, hiç tanımadığı sokaklarda, bilmediği adımlarla yürümenin heyecanını yaşayacaklarını düşünüyorum. Günümüzdeki romanların damıtılmış sözcüklerle yazıldığını göz önüne alırsak, uzunca bir metin olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Bir parça daha sadeleştirilebilir, okuma tadını körükleyen betimlemelere daha çok yer verilebilirdi belki. Bunu, dile getirdiği devam romanlarında beklemek hakkımız bence. Kitap Mete’nin, ancak ortaya çıkmasında Behzat Taş ile Gökhan Karabacak gibi iki güzel insanın çaba ve katkılarının çok payı var. Onlar fitilini ateşledi kitabın bana da arka kapağını yazma onuru düştü:
RÜŞTÜ İLE MUZAFFER’SİZ OLUR MU?
“Kadırga yokuşundan, Hoştepe Sokağına, oradan da Mithatpaşa’ya uzanan mahalle aralarında sevgilisiyle köşe kapmaca oynayan bir çocuk, kültürel hazların peşinde marazi düşlerle koşturan bir grup gencin düş dolu yolculuklarını anlatıyor bu kitapta… Hayatın acemisi bu çocukların hikâyesi çok uzaklarda, yalnız başına kalmış çaresiz bir kentte geçiyor. Entelektüellerle serserilerin buluşma noktası olan Liman Arkası, en sosyal mekânı Cemiyet’i, soluk kesici güzellikteki Kapuz Koyu, natüralist bir ressamın pentürlü vuruşlarıyla oluşmuş gibi denize vakarla bakan Fener kayalıkları ve sanki göğe ulaşacakmış gibi uzayan merdivenleriyle Zonguldak burası.”
“Emek kentinde sanatsal hazlardan söz edilir de Rüştü ile Muzaffer’siz olur mu? Kentin siluetini belirleyen tüm zirveler gibi onlar da alıyor resmigeçitte yerini… Ortaya Mete’nin kenti çıkıyor… Önce karikatürleri, daha sonra gazetelerdeki kültür yazılarıyla tanıdığımız Mete Arif Tokmak bu kez bir romanla karşımızda. Otobiyografik öğeler de içeren bu ilk roman, taşrada sanatçı olmanın insanı bunalıma sürükleyen zorluklarını anlattığı kadar, bir kentin insanın dokusuna işleyerek onu nasıl biçimlendirdiğin de resmediyor.”