TÜRK-İŞ’TE OLAĞANÜSTÜ GENEL KURUL YÜKSELEN HALK HAREKETİ VE GMİS…

Abone Ol

9 Haziran tarihli Aydınlık Gazetesi’nin 5.sayfasında manşet haber…

“Türk-İş’te gizli hesaplar”…

Haberin ayrıntısında Konfederasyon’un 3 yöneticisinin 29 Haziran tarihinde aldığı Olağanüstü Genel Kurul kararının, Genel Başkan Mustafa kumlu tarafından da imzalandığı bilgisi yer alıyor.

Kulis çalışmalarının hızlandığı, çok yönlü gizli hesapların yapıldığı ve “dengelerin” kurulmasında hangi etmenlerin belirleyici olacağına dair belirsizliklerin varlığı da verilen bilgiler arasında.

Hep söyleye geldik, profesyonel sendikacılığın cilvelerine şeytanın dahi aklı ermez!

Bu anlamda, Olağanüstü Genel Kurul’un zamanlamasını da oldukça manidar bulduğumuzu belirtmek isteriz.

 

1970’li yıllar, “Ankara’da Türk-İş var” söyleminin yaygınca dillendirildiği yıllardı.

Genel sendikal mücadele açısından önemli eksik ve hataları barındırıyor olmasına karşın, Türk-İş gerek siyasal iktidarlar ve gerekse işverenlerce dikkate alınıyordu. Kamuoyunda saygınlığı vardı.

Ne yazık ki bugün, “Türk-İş nerede?” deme noktasına gelmiş bulunuyoruz.

Hiç kuşku yok ki, bu durum başta işçi sınıfını ve işçi sınıfı dostlarını derinden yaralamaktadır.

Profesyonel sendikacılığın yarattığı “olanaklar”, bu olanakların hoyratça kullanılması..

Bunlara bağlı olarak yolsuzluk ve arsızlığın diz boyu olması..

Bunlardan çok daha vahim olarak, sendikal mücadele anlayışındaki belirsizlik, kendini yenileyememe, sendikal mücadele ile iktidar mücadelesi arasındaki kaçınılmaz ilişkiyi tümden reddetme…

Sonuç olarak küreselleşme saldırısının(sendikasızlaştırma-özelleştirme-taşeronlaştırma) sivri ucunun sınıfa; işçi sınıfı örgütlerine yöneldiğini kavrayamayıp, yeni duruma uygun mevzilenmeyi başaramama..(Sendikalizmin dünyada da benzer sonuçlarla karşı karşıya kaldığını biliyoruz)

Böylelikle gelindi bu günlere.

Ve asıl traji-komik olan nedir bilir misiniz? Türk-İş’in Genel Başkan Mustafa Kumlu’yu AKP’ye akil adam olarak kiralamış olması…!

 

HALK HAREKETİ

Taksim Gezi Parkı kıvılcımıyla başlayan ve hız kesmeden sürmekte olan eylemlilik, sözcüğün tam anlamıyla bir halk hareketidir.

Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz.

Halk hareketleri hiç kuşkusuz gökten zembille inmiyor.

Söz yok. Kimse bu isyanın birkaç ağaç kesimi nedeniyle başladığını söylemiyor.

On yıllık AKP iktidarının, özellikle de son birkaç yılındaki akıl almaz uygulamaları isyanın belirleyici nedenidir.

Faşizan baskılar, ekonomik-demokratik, sendikal hakların budanması..

Demokratik-laik Cumhuriyetin cumhuriyet tarihi boyunca olmadık ölçüde saldırıya uğraması..

1908’den bu yana tüm devrimci dinamiklerimize karşı bir rövanş alma savaşı..

Ulusal kahramanlarımıza, dünyanın saygı duyduğu ve “yüz yılın en büyük devlet adamı” olarak nitelediği Büyük Devrimci Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarına karşı yapılan hayasızca saldırılar..

BOP eş başkanlığı adına emperyalizme tam teslimiyet bunun kaçınılmaz gereği komşu ülkelerle dalaşma politikaları..(Ayrıca, buyrukçuluk, halkı aşağılama, kibirlilik, özel yaşama müdahale vb. sayılabilir)

Halk hareketini koşullandıran en temel olgulardır.

 

Kuşku yok ki bu halk hareketi çok tartışılacaktır.

Sosyal siyaset ve sosyal psikoloji bilimleri, ileride bu isyanın sonuçlarının genellemesinden önemli bulgulara varacaktır.

 

Halk hareketlerinin gökten zembille inmediğini belirtmiştik.

Çok basit bir olayın neden olduğu sanılsa da (örneğin Gezi Parkı’nda birkaç ağaç kesmek gibi) nicel birikimlerin (aynı zamanda pratik mücadele deneyimlerinin) sonucudur halk hareketleri.

Örneğin cumhuriyet mitingleri vardır Haziran Kalkışmasının arkasında.

2012 19 Mayıs görkemli Gençlik Yürüyüşü, 29 Ekimler, Silivri kuşatmaları vardır.

Silivrilerde kurulan barikatların halk tarafından büyük bir kararlılıkla yıkılıp aşılmış olması, siyasal iktidarca yaratılan yıldırma ve korku ortamından kopuşun zirve noktasıdır.

Halk kendi deneyleri ile barikatların yıkılabileceğini, korkunun ecele faydası olmadığını kavramıştır.

İddialı olmamakla birlikte, kitlelerin bu denli kısa sürede deneyimlerinin sonuçlarını içselleştirerek pratiğe geçirebilmesi, az rastlanılır bir olaydır diye düşünmekteyim.

 

HAZİRAN İSYANI’NIN ZAAFI

Değerlendirmelerimizi, analizlerimizi katı bir gerçekçilik ve nesnellikle yapmalıyız diye düşünüyorum.

Doğru olanın da bu olduğuna inanıyorum.

13. günü geride bırakan Halk hareketinin önemli bir zaafı vardır.

Sınıf yoktur, işçi sendikaları yoktur bu harekette.

Evet, memur sendikalarımız, DİSK daha sonra sahaya çıkmışlar, grev ve diğer etkinliklerle dayanışma ve desteklerini göstermişlerdir.

Ne var ki, işçi sınıfının “ağırlığının”, önderliğinin ve disiplininin olmayışı, halk hareketini kimi provokasyonlara açık duruma getirmektedir.

Dahası, halk hareketi kimliksizleştirilmeye, bayraksızlaştırılmaya, içeriksizleştirilmeye çalışılmaktadır.

Halk hareketinin sürmesi durumunda, emperyalizm ve yerli ajanları aracılığıyla, daha ilk günden başlatılan, hareketi “Türk baharı” benzetmeleriyle “turunculaştırma” çabalarının daha da artacağını ön görmek yanlış olmayacaktır.

Kuşku yok ki, ABD ve AB emperyalizmi ve siyasi iktidar, “Hükümet istifa”, “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganlarını başa alan bir halk hareketini değil, çevreciliğe indirgenmiş, içi boşaltılmış, liberalize edilmiş hareketi binlerce kez yeğleyecektir.

 

TÜRK-İŞ OLAĞANÜSTÜ GENEL KURULU

VE GMİS (Genel Maden İşçileri Sendikası)

Türkiye ayakta ve fakat Türk-İş yok ortalıkta!

Ne diyelim? Türk-İş’in ayıbı mı diyelim…?!(Ya da,” kasap et derdinde, koyun can derdinde” de diyebiliriz.)

Her ne hal ise,, Durum bu merkezde..

Anlaşılan o ki, 29 Haziran’da Olağanüstü Genel Kurul’a gidiyor Türk-İş.

Hayırlara vesile eylesin!

Bizim içtenlikli dileğimiz odur ki, Olağanüstü Genel Kurul’dan güçlü bir Türk-İş çıksın.

Bunun koşulları var mıdır? Biz olduğuna inanıyoruz.

Yeter ki, anlamsız kıskançlıklardan arınılsın, özeleştiri yapabilme yetisi gösterilsin.

Özveri dediğimiz ama o özden verebilme erdemi hayata geçirilebilsin!

 

Kritik önemde olduğunu düşündüğüm bir noktaya değinmek isterim.

Bilindiği gibi kendilerini Sendikal Güç Birliği olarak tanımlayan bir oluşum var.

SGB’nin kendisini yeniden gözden geçirmesi, serinkanlı bir biçimde öz eleştiri yapabilmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.

Ne denli iyi niyetli olursa olsun, ne denli “haklı” konumlardan kalkılmış olursa olsun, ayrı örgütlenme anlayışına oldum olası sıcak bakmamışımdır.

Bu olgu teoride dışlandığı gibi, pratikte de başarı şansının yok denecek ölçüde az olduğu sıkça görülmüştür.

 O nedenle, SGB’nin Türk-İş içinde mücadele ve yeniden “Güçlü Türk-İş” anlayışı ile hareket etmesinin, Türk-İş’in toparlanmasına ve sendikal hareketin bir ivme yakalayabilmesine katkısı olacağını düşünüyorum.

 

VE GMİS

Bütün çalkantı ve hay-huy içinde, son derece de mütevazı ölçülerde, ama inanç ve kararlılıkla mücadelesini sürdüren GMİS gerçeği var Zonguldak’ta.

90 Büyük Grev’inin, destansı Büyük Yürüyüş’ün yaratıcısı, iktidar düşüren GMİS..

Çok büyük yaralar aldı küreselleşme saldırılarından, sarsıntılar geçirdi.

Lideri Şemsi Denizer katledildi.

 

“Mütevazı ölçülerde ama inanç ve kararlılıkla mücadelesini sürdüren” diye tanımladığım, Denizer’in ölümünden sonra 14. Genel Başkan Eyüp Alabaş yönetimindeki GMİS’ten söz ediyorum.

Sn. Eyüp Alabaş gerçekten de sade ve alçak gönüllü bir kişilik. Gösterişsiz, kurumsuz.

Klasik sendikacı tipine pek benzemiyor.

Sendika önderliklerinin yolsuzluklarla ilgili suç dosyaları, mahkeme kararları gazete sayfalarında yer alırken, Alabaş temiz kalabilmesini bilmiş. Önemli bir özellik..

 

Eyüp Alabaş, Türk-İş’in 2011 tarihinde yapılan 21. Olağan Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmasında, bu günleri görmüşçesine kimi isabetli eleştirilerde bulunuyor.

Diyor ki örneğin, “Bu kongrede, gelişen süreci tartışmak ve politikalar üretmek yerine, kişisel kavgalar öne çıktı ve tahribatı daha da büyüttük. Suçu ve suçluyu başka yerlerde aramaya devam ettik. Hep kendi dışımızda suçlular aradık.”

 

Konuşmasının başka bir yerinde, “..Biz suçluyuz. Suç bizde, kendimizde. Biz tarihimizi unuttuk. Biz halkımızdan uzak düştük. Biz kendi küçük hesaplarımızın peşine düştük..

Biz, 100 yıl öncesinin emperyalizmiyle bu günün küreselleşmecilerinin aynı olduğunu anlayamadık, anlatamadık ve ona göre pozisyon alamadık. Biz, 100 yıl öncesinin vahşi kapitalizminin yeniden canlandırılmak istendiğini tabanımıza anlatamadık..”

 

Konuşmasını şöyle sonlandırıyor Alabaş, “..Biz bu Genel Kurulun, Türk-İş’i kaynaştırmasını, tüm işçi sendikalarını birbirine yaklaştırmasını ve kamu çalışanlarını da ortak mücadelede bütünleştirecek sürecin önünü açmasını istiyoruz..”

 

Sn. Eyüp Alabaş’ta söylem ve eylem birliği, belli bir tutarlılık gözlenmektedir.

Bunu önemsiyoruz.

Nitekim Türk-İş yönetimi kendi derdine düşmüşken, grevdeki sendikalarını arkadan hançerlerken (tekel işçileri) Alabaş, 27 Ocak 2013 tarihinde Zonguldak’ta taşeronlaştırmaya karşı “Emeğe Saygı” adı altında son yılların en görkemli mitingini düzenliyordu.

Emek örgütleri, meslek odalarından, hemen toplumun tüm kesimlerinden katılımlar oldu bu mitinge.

Miting de diyordu ki Alabaş, “ Buradan ülkemizi yönetenlere anlamlı bir mesaj veriyoruz. Emeğin Başkenti’ndeki bu tablo, yarın Türkiye’yi eskisi gibi yönetemeyeceklerini gösteriyor. Türkiye’de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Artık yeter, biz güzel ölmek istemiyoruz.”

Ve şu uyarıyla bitiriyordu konuşmasını, “Her şey emeğe saygı ile başlayacak. Taşeron uygulamalarına son verilecek. Eğer hükümet bu uyarıyı dikkate almazsa, her yer Zonguldak’a dönüşecek, işçiler-emekçiler üretimden gelen güçlerini kullanmaktan çekinmeyeceklerdir.”

 

GMİS yönetiminin 1 Mayıs kutlamalarındaki sorumlu ve dayanışmacı tutumuna da büyük değer biçiyoruz.

Zonguldak’ta 1 Mayıs’ların disiplin içinde ve azımsanmayacak katılımlarla kutlanıyor olmasında, GMİS’in belirleyici rolü olduğunu düşünüyoruz.

Yazımın alışılmışın ötesinde uzadığını biliyorum.

Bu uzun anlatımdan sonra sadede gelirsek, şunu söylemek istiyorum.

Türk-İş’in Olağanüstü Genel Kurulu, oldukça çalkantılı ve kritik bir süreçte gündeme geliyor.

Yeniden “Güçlü Türk-İş”i yaratabilmenin, dikey ve yatay olarak çok geniş sendikal güç ve eylem birliği oluşturabilmenin nesnel koşulları vardır.

Yeter ki, yukarıda sözünü ettiğimiz zaaflardan arınılabilsin ve gereken özveriler gösterilebilsin.

Tam da bu noktada, GMİS Genel Başkanı Eyüp Alabaş’a getirmek istiyoruz sözü.

Alabaş ağır başlı ve uzlaştırıcı tutumuyla, yapılacağı anlaşılan Türk-İş’in Olağanüstü Genel Kurulu’nda, daha üst görevlere talip olabilir ve olmalıdır.

Sendikal Güç Birliği ile daha yakın ilişkiler geliştirebilir ve geliştirmelidir. GMİS’in büyük mücadelelere önderlik eden birikimi, bu yolda Alabaş’a büyük avantaj sağlayacaktır.

Neden olmasın?

Böylesi bir göreve talip olmak, en demokratik haktır kaldı ki..

Bunlar naçizane önerilerimizdir. Böylesi bir karar alması durumunda Alabaş’a içtenlikle ve engin başarılar dileriz.