Köşedeki çiçekçi, ayakkabı boyacısı, simitçi yani hiçbiri yoktu bugün.
Memleket buz kesiyor.Soğuk içimize işledi. Hepimiz grip,Rabbim cümlemizin şifasını versin.Amin.
Atkımı boynuma doladım, sadece gözüm çevresini açtım. Soğukta cadde'de turlarken,karşıdan onlar geliyor'du..
Heyecandan ayaklarım titremeye başladı. Karşıdan, şair Muzaffer Tayyip Uslu ve şair Rüştü Onur geliyordu.Bilemedim ne yapacağımı?
Utandım ve saklandım, bir köşeye.. Hava buz kesiyordu ki, iki arkadaş kolkola girmiş, yüreklerindeki sıcaklık ile birbirlerini ısıtıyorlardı. Şu an hiçbirimizin, olmadığı kadar,mutlu ve birbirlerine içtenlerdi.
Saklandığım köşeden onları izliyordum,ayaklarımda termal çorap sıcacık ve piyasa fiyatının ortalama değerini taşıyan bir bot. Üstümde, güzel bir kot,güzel bir kazak ve güzel bir gocuk vardı.Şanslıydım.Çokta üşümüyordum.
Yanlız Muzaffer Tayyip ve Rüştü Onur üstat'lar belli ki üşümüşlerdi. Öksürük içindelerdi. Her öksürdüklerinde birbirlerine gülümsüyorlardı.
Birden laf atasım geldi..
Üstat,abi,hocam bakarmısınız?Diye..
Atkımı verecektim,bağırları açıktı.Üşüyorlardı.Montumu verecektim. Diğerinede botlarımı.Nasıl olsa, birkaç gocuğum daha vardı, birkaç botum, birkaç atkım..Hepsi, onların olsa ne olurdu ki?
Onlar bizden daha güzel basıyorlardı ayaklarını,bu memlekete.Daha samimi, daha içten ve inanarak.
Tabanı erimiş ayakkabılarına aldırış etmeden,dört mevsim giydikleri yakaları buruşmuş ince ceketlerinden şikayet etmeden,soğuğa aldırış etmeden,hepimize ders verecek kadar kararlı sıcak ve samimi yürüyorlardı bu sokakları şairler.
Yanımdan öyle güzel geçtiler ki.
Düşünün ki, arkadaşlıklarına ve dostluklarına imrendim bu kısa sürede.Dokunmak istedim olmadı. Sadelik ve güzellik vardı.Organik insanlardı.Büyüleyici bir tavırdalardı. Belli ki,aralarında politik, çıkarcı, bir ilişki yoktu. Bir lokmayı yarım yarım paylaşacak kadar,samimi bir kardeşlikleri vardı.
Saklandığım yerden çıkıp, şaşkınlıkla yoluma devam ediyordum ki,karşıdan kalabalık bir grup madenci geliyordu.
Bunlar, 1992 de Kozlu ilçemizde grizu faciası sonucunda yitirdiğimiz, yiğit madencilerimizdi.
Çok ilginç bakıyorlardı,şaşıp kalmışlardı Zonguldak'a.
Hiçbirşey bıraktıkları gibi değildi artık.
Tarhana, yoktu.Fast Food mağazaları vardı. Ayakkabı tamirciside yoktu.Lüks araçlarla tıkanan trafiğe,şaşıp kalmışlardı.
Birisi diğerine bak Veli, bak evimize bir lokma götürelim diye canımızdan olduk yiğit Veli. Diyordu.
Diğeride, çok değişmiş bu insanlar, unutmuşlar bu şehrin altında yatan bizleri. Bizler, yiğit madencileriz diyorlardı.Diğeri,konuşan arkadaşını teselli etmek için sırtını sıvazlıyordu. Çok üzülmüştüm. Sizi unutmak ne mümkün diye bağırdım. Bas bas bağırıyordum. Abilerim, az önce şair Muzaffer Tayyip Uslu abim ile Rüştü Onur abim de geçti,hatta şair '' Behçet Necatigil'' hocam çıkmış Çelikel'den dersten. Oda,bir çay içmeye gelmiş çarşıya.
Bakın madenci anıtının önünde,büyük madenci yürüyüşünün sesleri geliyor. Sadece,evine ekmek götürmek için yola çıkmış binlerce, on binlerce yiğit madenci abilerimin sesleri geliyor.
Unutmadık abilerim sizi. Hiçbirinizi.
Bende siz gibiyim abilerim.Siz gibi çıkarsız seviyorum bu şehri.
Bu şehirde sizi gerçekten sevenler, sizi hiç unutmayanlarda var.Hatta sizin gibi organik yürekler ile yaşamaya çalışan bizler.Abilerim, abilerim!!!!
Unutmadık sizi!!!!! Diye bağırarak birden sıçradım yatak'da.
Gördüklerim sadece bir rüyamış.. Çok üzüldüm bir rüya oluşuna.Üzüntüme karşılık tesellim, canlı canlı onları görmüş olmamdı.
Düşünsenize,bunların hiçbiri rüya olmasa,Zonguldak'ta bizden önce yaşamış bu güzel yürekler, emekçiler bizlerin gururu,bazı insanlar tarafından unutulmuş bu abilerim!
Gerçekten, UYANSALAR NE DERİZ?
Sesimiz yok!
Sanmayın ki,yokuz?
Birer hatıra bıraktık sizlere..
İlk önce bir kaç şiir, sonra kardeşlik.
Ekmeğinize,sahip çıkın istedik.
Kömür,ömür demektir.
Ömrünüzü, yakmayın!
Biz her öldüğümüzde,
Küllerimizden, yeniden doğun istedik.