Salgın günlerinin birinde, attım kendimi dışarı korka korka.
Eski minibüs patika bozması yolda. Eğri büğrü yol dardı. Yolculuk zevkliydi. Luna parkta, dönme dolaptaymış gibi zıplıyorduk.
Birkaç dolambaçtan sonra tepeye ulaştık. Araba yolunun sağında dimdik bir yolcuk vardı başka tepeye tırmanan. Uçurumsudan koşarak inen küçük çocuk, el salladı, bağırdı:
"Ağabey, babam geliyor! Ayakkabısını giyiyor. Beklesin beni." dedi.
Durduk. Bekledik.
Adam, üzerini başını düzelterek, acele etmeden, bayırdan indi. Selamlaşıp uygun bir yere yerleşti.
Hareket ettik.
Bu kez, tepeden aşağı iniyorduk yolcu ala ala. Karşıdan araba gelirse geri çekilip bekliyorduk. Bazen de öteki araba geri gidip geniş yer buluyordu. İki araba yan yana geçemeyecek kadar dardı yolumuz.
Dalları yola düşen bahçelerde fındık toplanıyordu.
İnen binen birbirini tanıdığı için takışma, tartışma yoktu araçta. Söyleşi, gülüşme, tatlı tatlı atışma vardı.
Hele pazar dönüşlerinde, görseniz, Karagöz perdesinde gibiydik. Şoför garsondu aynı zamanda. Yolcuların unuttukları tuzu, ekmeği, yolda durup bakkallardan alırdı. Çok sevilirdi bu yüzden çocuk.
Yolda maskesiz bir adam bindi arabaya. Adam, çevresindekileri maskeli görünce utandı, şoföre seslendi:
"Fazla masken var mı şoför bey?"
Şoför oldukça rahattı.
"Yok amca! Çarşıda alırsın!"
Şoförün de maskesi yoktu.
Minibüsteki uyumu bozmamak için sesimizi çıkarmadık.
Pis virüs yüzünden çevremizle kavgalı mı olacaktık ya! Virüs gider, komşularımız kalırdı. Gerçi virüs giderken bir iki komşumuzu da alırdı ya!
Ne yapalım! Vadesi gelen giderdi. Helallik istenirdi, verirdik.
Biz öyle düşünürken, arkalardan bir kadın uzattı mavi maskeyi adama.
Ha, kahkaha atarken maskeler çeneye düşüyordu. Lunaparkta, dönme dolaptaymış gibi keyiflendik.
Araba çarşıya girerken ciddileştik, maskeleri burnun üstüne çektik.
Nazar değmez inşallah! Çok uyumluyuz.