Köyden yeni taşınmıştık. Zonguldak Ontemmuz Mahallesi'nin en ucunda, tünelin hemen üstünde oturuyorduk. Oturduğumuz yer uçurum gibi bir yerdi fundalık içinde.
Bir oda, bir mutfak olarak kullanılan yapmacık evde bir melek yaşardı. O melek, beş çocuğuna doyamadan uçup giden annemdi.
Annem, her yönden tertemizdi. Onun yüzü güzeldi, davranışları çok özeldi. Civciv gibiydik çevresinde. O güzel kadın daha köydeyken hastalanmıştı. Sık sık doktora giderdi. İşte o gidiş gelişler çocuk gönlümüzü üzerdi.
El açıklığını annemden öğrendik biz. Annem hep verirdi. Yoksa yaratırdı. Kapısına gelen boş dönmezdi.
Bir okul dönüşü mutfakta dilenci aileye sofra kurduğuna tanık oldum. Bir kadın, üç çocuk yemek yiyip kalktılar gittiler. Bir gün de bir dilenci kadının yağ şişesine yağ dökerken "Yeter mi?" diye sorduğunu hatırlıyorum.
Komşulara köyden gelen şeylerden, yaptığı yemeklerden tattırmayı severdi. Biz de verdiklerini koşarak, yarışarak götürürdük.
O, bizi vermeye alıştırmıştı. Verirken koşardık, bir şey almak söz konusu olduğunda nazlanırdık. Küçücük kardeşler "Bu gitsin, o gitsin!" diye didişirdik.
Almak, bizim için henüz hak edilmemişlik gibiydi. Vermek gönül huzuruydu.
Annem, ben ilkokulu bitirdiğimde, en küçüğümüz altı aylıkken, beş çocuğu yeterince sevemeden uçup gitti.
Biz hepimiz alma aşamasındaydık. Verecek bir şeyimiz yoktu ki! Sağ olsunlar, verenler verdi de büyüdük.
Annem, biz büyüyünce de almayı-istemeyi beceremedik. Sen bize öyle yerleştirmişsin ki verme kültürünü o kısacık zamanda! Hep önce garibanlar, ihtiyacı olanlar alsınlar da biz kalanlardan yararlanırız diye bekledik. Beklerken elimiz boş döndük.
17 AĞUSTOS Depremi sonrası bile yardım kuyruklarında beklerken kapışmaları şaşkınlıkla izledik. Üç çadır aldığını söyleyip şişinenlere mırıldandık. Yağ kuyruğuna giren çocuklarımız tarakla döndüler deprem barakamıza. Meğerse yanlardan, arkalardan kaçırıyormuş malı birileri. Normal zamanlarda da böyleymiş anne! Alabilen uyanıkmış!
Şimdi bile birçok kişi almaya gerilmiş.
Makam, mevki, iş, para pul, arsa, yiyecek, içecek... ne bulursa üzerine atlayacak kardeşim kuralsızca, ihtiyacı olsun olmasın. Olsun, fazlaysa eşine dostuna dağıtıp göze girecek. Tabii havasını da atacak.
Biliyorum, ruhun çevremizde dolaşıyor. Belki de çekingen, efendi duruşlarımıza üzülüyorsun. Kuyruklardaki pısırık bekleyişlerimize anlam veremiyorsun. Üzülme anne, güzellikler sabrın meyvesidir. Dürüstlük, iyilik saygı görecek sonunda.
Bütün din adamları, bilginler, bilgeler, şairler, yazarlar, güzel şeyler söylemişler. Adalet-hak hukuk demişler, iyilik güzellik demişler, kul hakkı demişler. Demişler de demişler!
Anne! Ben bunları okumadan senden öğrenmişim en güzel şeyi! Keşke sağ olsaydın da kepçe senin elinde olsaydı. Sen doldursaydın biz dağıtsaydık.
Mutfaktan tıkırtı geliyor. Kepçe kadın elinde. Korkma!