Beni hiç unutmadı, sağ olsun!
Adını yanlış söylediğim için gücenirdi bir tek.
Adları karıştırmaya başladığım yaşa gelmiştim. Adı Fikriye. Ben Şükriye, derdim.
Teneffüslerde sorardı:
"Benim adım ne?"
"Şükriye!"
Kızmazdı, tertemiz gülümserdi.
Fikriye mezun olunca da beni aradı, buldu. Kitap fuarında çıktı karşıma. Yine gülümsüyordu. Bu kez adını sormadı, bir anısını anlattı.
Yıl sonuymuş. Edebiyattan sınıfta kalacakmış. Ona:
"Sınıfın önünde bir fıkra anlat! Arkadaşlarını güldürebilirsen sınıfı geçeceksin!" demişim.
"Eee!"
"Güldürdüm, sınıfı geçtim."
Fikriye, durdu, yutkundu, çocukça döküldü:
"Öğretmenim! O gün sınıf yalandan gülmüştü."
Fikriye, o yalan gülüşlerle geçtiğini sanmış.
Söyleştik. Gitti.
Ne zaman, nerede çıkacak karşıma bakalım?
Hey gidi Fikriye! (Adını, buraya yazdığıma göre, bir daha yanlış söylemem.) Yalan gülüşlere aldanabilsem keşke! Kızım, ben senin gözlerinde, beni kitaplar arasında bulup gülümseyeceğini görmüştüm. Ben o gözlere, o doğal gülüşlere kıyamadım işte!
O yalan gülüşler, kim bilir, nerede, kimi kandırıyor şimdi? Onlar ağlasalardı da seni bırakmayacaktım ki sınıfta!
Beni seviyorsan oku kızım! Gözlerinde çiçekler açsın! Korkma, ben aldanmam yalan gülüşlere! Sen de aldanma sakın! Hep gülerek çık karşıma!
Sakın aldanma yalan gülüşlere, sakın!..