Yakın bir geçmişte yolsuzlara, hırsızlara, talancılara karşı öfkemizi sandığa gömmüştük hatırlarsanız. Sandığın getirdiği sonucu hep beraber gördük. Bize ''gel gel'' diyen iktidarın hazırladığı kapana, iyi politikalarla örgütlenememiş bir ana muhalefet eşliğinde heyecanla gittik. Ama gördük ki bu düzenin, bu çarkın şartlarıyla işleyen, yaşayan hiç bir parti bize umut değil. Alacağını alan haramilerse son hız hedefledikleri karanlıklarına doğru ilerlemekteler. Sandık yenilgisinden sonra çoğumuz kendi köşelerimize çekildik. ''Bu ülke adam olmaz'' söylemleriyle yitirdik umutlarımızı. Kimimiz belki de içten içe teslim bile olduk, kim bilir. Çoğumuz televizyon ekranlarına savurduk küfürlerimizi, umutsuzluğumuzu, yenilmişliğimizi. Kimimiz klavyelere parmaklarımızla işledik isyanımızı, kızgınlıklarımızı. Peki ya sonuç? Sonuç yine kocaman bir hiç tabii. Üç maymunlar ortalıkta cirit atmaktalar.
Bu da gösteriyor ki ''Gezi direnişinin'' birçok insana öğretemedikleri var hala ne yazık ki. Gezi isyanını göremeyenlerimiz, anlayamayanlarımız ve hatta önemsiz ya da geçmişte kalan bir hareket olarak değerlendirenler var. İşte bu Gezi direnişi ruhunu göremeyenler, anlayamayanlar isyanlarını, öfkelerini şimdi de ekranlara, klavyelerine gömüyorlar. Bu sonuç getirmeyen, adalet ve hak arayışlarımızı örseleyen, tökezleyen davranış biçimimizle haramilere de yol açıyoruz. Gezi direnişi bir halk hareketiydi. Baskılara, zulme uğrayan halkın öfkesinin patlamasıydı. Etrafımıza dikenli tel gibi örülen, bizi hareketsiz bırakan korku imparatorluğunun artık işe yaramazlığını, yenilişini gösteren bir hareketti. Bu hareketin içinde var olanlar anladılar ki sadece baskı ve zulümden öte insanlık ve ülke onurumuz da elden gitmek üzeredir. Bu bilinçle hareket edenler daha fazla sorgulayarak öğrenmeyi ve kendini geliştirmeyi seçtiler. Bu yüzden her haksızlıkta, her adaletsizlikte ülkenin dört bir yanında işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, öğrenciler ve milyonlarca insan sürekli direnişteler. Sürekli sokağın adaletine güvenip sokağa, alanlara, meydanlara çıkmaktalar. Ancak öfke ve isyanını ekranlara, klavyelere gömen insanlar onları bu adalet ve hak arayışlarında yalnız bırakmaktalar. Çoğunluk korku imparatorluğunun esiri olarak evlerinde, iş yerlerinde günlük yaşamını koştururken bir yandan da bir eli sosyal medyada paylaşımlar yaparak ülke için, gelecek için görevlerini yerine getirmenin rahatlığını yaşamaktadırlar.
Hayır..!! Kendimizi kandırmayalım. Adalet ve hak arayışımız ne ekranlarda, ne klavyede, ne de sandıkta. Öfkemizi, isyanımızı hiç bir koşul, nesne, sebep göstermeden sadece insan özneli bir bilinçle sokağa taşıdığımızda göreceğiz ki; şu an sokakta yalancılara, talancılara, yolsuzlara ve katillere isyan eden milyonlarca insan yaşadığınız, hissettiğiniz aynı isyanla, öfkeyle ve aynı umutla sizi karşılayacaklar. Sindirilmişliklerimizle, korkularımızla baş edemez, yüzleşemezsek tıpkı bugün Soma'da yanan ve içinde belki de yüzlerce madencinin cansız bedeni olan ocak gibi kalın duvarlarla ilelebet önümüz kapatılacaktır. Onları nasıl ki orada bıraktık, çocuklarımız da gelecekte bizi kendi kuyumuzda, kendi karanlığımızda bırakacak ve asla tarih bizi ''onurlu'' diye yazmayacak. Bundan sonra kendimize şu soruyu sormalıyız tüm içtenliğimizle: Biz onurlu bir gelecek bırakmanın sözünü verdik çocuklarımıza. Bu sözümüzü tutacak mıyız..?