Lakin hala İl sağlık Müdürlüğü’nde engelli vatandaşlarımızın binaya girişini kolaylaştıracak bir “rampanın” olmayışı yapılan bu etkinliğin “etkisini” ne kadar olacağı konusunda şüphelere yol açmıştır. Gözlerimizi renkli balonlarla etkilediği doğru da, yüreklerimizdeki duyarlılığı uyandırıp uyandırmadığından şüphem var. “Engelli Rampası” olmayan bir Sağlık Müdürlüğü acaba bu etkinliği yeter ki görev tamamlasın diye mi yaptılar acaba? Gözlere hitap etmek etkileyicidir mutlaka. Ama yüreklere, beyinlere girmek daha çok iz bırakmaz mı?
Gerçek anlamda organlarını bağışlayan insan sayısı kaçtır bilen var mı? Öyle “duyarlılık nutukları” atmaya benzemiyor bu bağış. Kaçımız (Allah geçinden versin!) beyin ölümü gerçekleşmiş bir evladımızın, babamızın ya da kardeşimizin organını vermeye razı oluruz? Hele ki Türkiye de. Ve başına profesör unvanı almış sözde din ulemalarının fütursuzca orada burada olumsuz fetvalarına rağmen. Düşünün, ama önce kendinizin bu durumda ne karar verebileceğinizi düşünün! Empati yapın! Zor değil mi? Biliyorum çok zor. Fakat bir de yaşamı sizlerin vereceği karara bağlı, umut arayan hastaları düşünün! Aylardır, yıllardır kana kana su içemeyen, istediği yemeği doyasıya yiyemeyen, sokağa çıkıp gönlünce koşamayan, gezemeyen ve gülmeyi unutan soluk benizli çocukları, ablaları, kardeşleri de düşünün! Böyle bir yaşama mahkûm olduğunuzu veya canınızdan çok sevdiğiniz birinin aynı şartlarda olduğunu varsayın. Kısacası bu durumda da empati yapın! Sizce kaç kişidir bunlar? Yani organ bekleyenlerin sayısı hakkında bir bilginiz var mı? Karaciğer, böbrek, kalp, akciğer ve de pankreas için sıraya girenlerin sayısını bilebiliyor musunuz? Bin, iki bin, üç bin, dört bin yok, yok beş bin kişi mi? Yeniden parklarda sallanmak, topun peşine koşturmak için yahut çocuklarının diploma törenlerine katılmayı hayal edenlerin sayısı kaç biliyor musunuz? Türkiye’de, resmi rakamlarla tam 21 bin 878 kişi yeniden doğmak, yeni bir hayata adım atmak için organ bekliyor… Tıpkı bir zamanlar benim beklediğim gibi…
Çocuklarımı okula gönderirken bir daha görememe duygusu ile onlara her sarılışım, her koklayışım şimdi anılarda. Yaşadığım ıstırabı belli etmemek için kendimi zorladığım zamanlardaki her gülüşüm, her el sallayışım yaşama daha çok bağlanışımdı. Gittikleri her okul gezisinde, bana göstermek istemediği gözyaşları onların yaşamında kötü olarak anılacak iz olmuştu. Benim ise yaşama bağlılığımı artıran sebepti.
İşte anlatmak istediğim, altını çizerek vurgulamaya çalıştığım şey bu yaşanmışlıktan çıkan sonuçtu. Samimi ve içten davranmaktı. Organ bağışı hayatımızın gerçeği, insanlığımızın ve dinimizin gereğidir. Bir başkasının yeniden hayata tutunması kadar kutsal şey ne olabilirdi ki? Bir kaç sahte din adamı dışında, bu gerçeği kabullenmeyen yok gibi. İşte bu duyguyu herkese anlatmanın yolu yalnızca görselliğe önem verip anlık etkileme metodu olmamalı! Onlara yaşanmışlıkları anlatmalısınız. Çekilen acıları hissettirmelisiniz! Yeniden hayata başlamanın coşkusunu, mutluluğunu duyurmalısınız. İğneyi göstermekle bunu gerçekleştiremezsiniz. Onu batırmalısınız! Bunu ne doktor, ne hemşire ne de sağlık müdürü yapamaz! Damdan düşen Nasrettin Hoca’nın dediği gibi: “Bana damdan düşen birini getirin!” Evet, o biziz işte. Benim, Naci’dir, Mehmet’tir ve Leyladır. Yani organ nakli olmuş kişilerdir… Anlatalım sizlere yaşadıklarımızı. Sıkıntıları, acıları, umutsuzlukları ve yeniden doğuşu… Öğrencilerden başlayalım. Liselere, üniversitelere ulaşalım. Sonra sağlık çalışanlarına, doktorlara, polislerimize, askerlerimize ve diğer toplumun her bir kesimine. Öyle bir sesleniş yapalım ki, oturdukları koltuklardan kalkarken yaşamın değerini bilip kalksınlar. Hayat vermenin büyüklüğünü, yüceliğini iliklerine kadar duysunlar. Ve organlarını bağışlarken en sevdiklerine dönüp:”Eyy sevgili, ey can yoldaşım, ey kardeşim bu can benden çıktığında bir başkasında hayat bulsun! Vasiyetimdir bilesin!” desinler…
Yarın 14 Mart. Tıp bayramı. Benim doğum günüm. Karaciğerim, 14 Mart 2001 de New York Manhattanda, Mount Sinai hastanesinde değişti. Kaza yapıp hayata gözlerini yuman otuz yaşındaki bir Amerikalının ciğeri takıldı bana. Yeniden yaşam buldum ve yeniden doğdum. Şimdi 13 yaşındayım. Bu nakli gerçekleştiren dünyanın en iyi doktorları sıralamasına giren Türk asıllı Prof. Dr. Şükrü Emre’dir. Ayrıca bu ameliyat ekibinde, Yahudi asıllı Yardımcı Prof. Dr. Thomas Fisbein ve şimdi Türkiye’de bulunan Doç. Dr. Tarık Artış da vardı. Onlara şükran borçluyum. Bu zor bir borcu, bende sizlerin emrinde, insanlığa yapabileceğim bir nebze katkı ile ödemek istiyorum. Başta ailem, dostlarım ve bana sahiplenen tüm Zonguldaklılara sevgilerimi şükranlarımı en içten sevgilerimle sunuyorum. Ayrıca, Amerika’da bana “dua zinciri” yapan din alimlerini ve dostlarını unutmam mümkün değil. Hepsine saygılarımı sunmayı bir görev kabul ediyorum. Ve orada bizi aslı yalnız bırakmayan sevgili Zeki Alçiçek’i, Burhan Papila’yı, Ayhan Aydın’ı ve Selahattin Karakuş’u hasretle anıyorum.