O ilçe müdürü değişti O ilçe müdürü değişti

Çaycuma Günleri’nde “Mekândaki Yansımalar Bağlamında Filyos Vadisi’nin Geleceği” başlıklı bir sunum yapan Prof. Dr. Erol Köktürk, “Bölgenin projeyle birlikte toplam nüfusunun 2025 yılında 1.595.000, Zonguldak ili toplam nüfusunun 903.000, Bartın ili toplam nüfusunun 312.000; Karabük ili toplam nüfusununsa 380.000 kişi olması öngörülmektedir. Ancak bölgenin bugünkü toplam nüfusu, 1.053.972’dir. Zonguldak’ın nüfusu bırakın artmayı 591.492’ye düşmüştür. Yine proje ile 2025 yılında istihdam edilecek kişi sayısı 17 bin olarak açıklanmıştır. Bir yıl içinde bu kadar istihdam kapasitesi yaratacak bir yatırım henüz ortada yoktur.” dedi.
5. Çaycuma Günleri içinde yapılan “Zonguldak Bartın Karabük Çevre Düzeni Planı İçinde Filyos Vadisi ve Çaycuma'nın Yeri: Sorunlar / Potansiyeller” başlıklı panelde, Prof. Dr. Erol Köktürk “Mekândaki Yansımalar Bağlamında Filyos Vadisi’nin Geleceği” başlıklı bir sunum yaptı. Sunumuna Filyos Vadisi Projesi’nin tarihsel geçmişini anlatarak başlayan Prof. Dr. Köktürk, bir devlet planı olarak ortaya çıkan proje üzerinde birçok hükümetin çalışması olduğunu söyledi.  Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanı, Tansu Çiller’in başbakan olduğu 1994 yılında, proje sahası için Türkiye’nin ilk acil kamulaştırma kararlarından birinin alındığını söyleyen Köktürk, “13 adet iskelesi ve mendireği ile 25 milyon ton/yıl kapasiteli, 20 m su derinliği sayesinde 160.000 – 180.000 DWT’luk gemilerin yanaşabileceği, Türkiye’nin en büyük limanlarından biri olarak projelendirilen Filyos Limanı için Yap-İşlet-Devret modeli ile ihale edilmek üzere Demiryolları Limanlar Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğüne (DLHİ) yetki verilmiştir. 29 Nisan 1997 tarihinde ihalesi yapılmış ve kamulaştırma bedeli için de, o yılın yatırım bütçesine 1,5 trilyon lira ödenek konularak kamulaştırma işlemlerine başlanmıştır. İhaleyi Kardemir’e ait Karliman kazanmış, 11.03.1999 tarihinde sözleşme imzalanmıştır. Ancak, 2000 yılında, DLHİ hazırladığı bir raporla, Karadeniz Bölgesi’nde kurulu olan Hopa, Rize, Trabzon, Giresun, Samsun ve İnebolu limanlarının kapasitelerinin altında çalışmakta olduğu ve büyük ölçüde atıl kapasitelerinin bulunduğunu ifade edilmiştir. Bu arada, yapımı tamamlanan Zonguldak Havalimanı, 199 yılında Başbakan Ecevit tarafından hizmete açılmış, ancak bir uçak bile inmeden hizmete kapanmıştır.” dedi.
Bütün bu gelişmeler olurken, TTK’nin bazı ocaklarının kapanması dolayısıyla Zonguldak’ın “göç alan” bir kent iken, “göç veren” bir il konumuna gerilediğini söyleyen Prof. Dr. Köktürk, diğer yandan da projeye ilişkin Bakanlar Kurulu’nca birçok karar alındığını da ifade etti. Bölgeye çizilen kaderin esas kırılma noktasını büyük madenci grevi ve yürüyüşünün oluşturduğunu da söyleyen Prof. Dr. Köktürk, “24 Ocak 1980 ekonomik kararları ve 12 Eylül darbesi ardından, 1990,  kamu sektöründe toplu iş sözleşmelerinin imzalanacağı yıldı. Fakat sendikalar ve hükümet, ücretler konusunda ciddi anlaşmazlığa düştü. Maden işçilerinin örgütlü olduğu Genel Maden-İş Genel Kurulu topladı ve 30 Kasım'da greve başlamaya karar verdi. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, madencilerin taleplerinin karşılanması durumunda ülkede enflasyonun yükseleceğini ifade ediyordu. Hükümetin Zonguldak’ı gözden çıkarmasına, işçilerin tepkisi büyük oldu, 4 Ocak 1991’de Ankara’ya yürümeye başladı. Bunun sonuçlarıysa mekâna bambaşka yansıdı. Önce Bartın, ardından da Karabük il yapılarak,
 Zonguldak, coğrafik olarak üçe bölündü. Göç vermeye başlayan Zonguldak’ın nüfusu hızla düştü, sonuç mekânın boşalması şeklinde oldu. Ülkenin dört bir yanında Zonguldak kolonileri oluştu. Örneğin, İstanbul’da nüfusa kayıtlı Zonguldaklı seçmen sayısı 125.700’e ulaştı. Bu arada kent ekonomisi küçüldü, ilin Gayrı Safi Milli Hasıla’dan aldığı pay azaldı. Sonuç: Mekânın yoksullaşması şeklinde oldu.” dedi.
FİLYOS PROJESİNDE, MERKEZİN YAPTIKLARIYLA YEREL DİNAMİKLERİN BEKLENTİLERİ BAMBAŞKA
Filyos Vadisi Projesi’nde merkezin bakışı ile yerelin beklentilerinin birbirinden farklı olduğuna da işaret eden Prof. Dr. Köktürk, beklentilerin bırakın örtüşmesini kenarlaşmadığını da iddia etti. Prof. Dr. Köktürk, sunumunu, “Sivil toplum örgütleri, bugün Filyos Projesi denen şeyin, bir gaz işleme tesisi ile gübre fabrikasından ibaret olduğunu söylerken, 40-50 bin kişi çalışacağı söylenen vadide, projeler tamamlandığında çalışacak insan sayısı bin kişi bile olmayacağını, bunun ÇED raporlarında açık açık yazıldığını ifade ediyor. Öte yandan projenin kamu tarafındaki ayaklarını oluşturan, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü, Zonguldak Valiliği, Batı Karadeniz Kalkınma Ajansının (BAKKA), projeye ilişkin olarak çeşitli tarihlerde yayımladığı raporlar da birbiriyle çelişiyor. Bölgede yaşayan herkes, projenin doğaya etkisinin büyük olacağından endişe ediyor. Projeye ilişkin hazırlanan raporda, taşkın koruma yapılarının Filyos Projesi’nin en önemli ayağını oluşturduğu ifade edilerek, gerekirse memba tarafında doğru sedde çalışmaları genişletilerek kazanılan alanların sanayi yatırımları için kullanılması önerilerek, tarım alanlarının farklı kullanımlara açılması isteniyor. Bu hiç de doğa korumayı esas alan bir yaklaşım değil” şeklindeki cümlelerle sürdürdü.
PROJE HEDEFLERİ BÜTÜNÜYLE ÇÖKMÜŞTÜR
Projenin tüm hedeflerinin şaştığını da ifade eden Prof. Dr. Köktürk, “Bölgenin projeyle birlikte toplam nüfusunun 2025 yılında 1.595.000, Zonguldak ili toplam nüfusunun 903.000, Bartın ili toplam nüfusunun 312.000; Karabük ili toplam nüfusununsa 380.000 kişi olması öngörülmektedir. Ancak bölgenin bugünkü toplam nüfusu, 1.053.972’dir. Zonguldak’ın nüfusu bırakın artmayı 591.492’ye düşmüştür. Yine proje ile 2025 yılında istihdam edilecek kişi sayısı 17 bin olarak açıklanmıştır. Bir yıl içinde bu kadar istihdam kapasitesi yaratacak bir yatırım henüz ortada yoktur. Çevreyle ilgili ciddi sorunlar bulunmaktadır. Örneğin Çevre Düzeni Planı’nda sıralanan bu hedeflerin tümü canlıların yaşamasını ve gelişmesini sağlayan fiziksel, kimyasal ve biyolojik faktörlerin bütünlüğünü korumayı, bir başka anlatımla doğal çevreyi kapsamaktadır. Çevrenin bir bütün olarak korunması gereğine ilişkin olan bu hedeflerden, ciddi bir şekilde sapıldığını görmek için yöreyi çıplak gözle incelemek bile yeterlidir. Öte yandan bölgenin ekolojik değeri çok yüksektir.
Türkiye’de bulunan liken, ciğerotları, karayosunları, bitki, mantar, böcek, kelebek, amfibiler, memeliler ve özellikle kuşların önemli kısmı Filyos deltasında barınmaktadır. Ülkemizde tespit edilen 470 kuş türünün 294 çeşidi Zonguldak ilinde bulunmaktadır ve bunların önemli kısmı Filyos Deltası’ndadır. Ülkemizde 92 nadir kuşun 30’u ilimizde tespit edilmiştir. Bölgenin belirlenen kuş zenginliğinin geri dönülemez zararlar görmemesi için planlama aşamasında kuşların barınmaya devam edebileceği alanların ayrılması, özellikle deltanın su rejiminin kuşların barınma alanı olan sazlıkların varlığını sürdürecek şekilde planlanması gerekirken, neredeyse tüm sulak alanlar, lagünler kurutulmuştur.” dedi.
PROJENİN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ TARTIŞMALIDIR
En temel sorunun sürdürülebilirlik olduğunu da söyleyen Prof. Dr. Köktürk, “Projeyle ilgili incelediğim 60 gazete haberinde, sürdürülebilirlik kelimesi yalnızca bir kez geçiyor. Bazı makalelerde yeni yeni geçmeye başlamış. Dünya Doğayı Koruma Vakfı, sürdürülebilir kalkınmayı, var olan doğal kaynakları verimli ve akılcı kullanarak, gelecek kuşaklara ve diğer canlı türlerine de yaşam hakkı tanıyacak şekilde insan yaşamının kalitesini yükseltme olarak açıklıyor. Ekonomik kalkınmanın çevreye zarar vermeden sağlanması gerektiğine dikkat çeken bir kavram olan sürdürülebilir kalkınmanın temelleri, 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonunun hazırladığı ‘Ortak Geleceğimiz Raporu’nda atılmıştır. Bugünkü kuşakların gereksinimlerini karşılamak için yapılan faaliyetlerin, gelecek kuşakların gereksinmelerini karşılayabilmelerini tehlikeye sokmaması gerekir. Yaşamın sürdürülebilirliği, insanın başkalarıyla ve diğer canlılarla uyum içinde yaşaması gerektiğini kabul etmesine bağlıdır. İnsanlık, doğanın kendini yenileyebileceğinden fazlasını tüketmemeli, tüm yaşamına doğanın kendisine tanıdığı sınırlar doğrultusunda yön vermelidir. Teknolojinin sunduğu olanakların doğanın sınırları içinde gelişmesi gereklidir. Kalkınma, başka canlıların yaşamı pahasına olamayacağı gibi insanın yaşam kalitesine yönelik unsurlar göz önüne alındığında yaşamı daha iyiye götürüyorsa, gerçek anlamını bulur. Projenin bu açılardan ele alındığında kurgusunun oldukça sorunlu olduğu açıktır.” dedi.
KATILIMCI BİR SÜREÇ İŞLETİLMEMEKTE, YEREL AKIL DEVRE DIŞI BIRAKILMAKTADIR
Yeni hazırlanan bölge planının katılımı içermediğini de iddia eden Prof. Dr. Köktürk, “Bir gazete haberinde okudum. Belediye Başkanımız Bülent Kantarcı, Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı (BAKKA) tarafından hazırlanıp bir yazı ile kendilerine iletilen 2024-2028 Batı Karadeniz Kalkınma Planı taslağıyla ilgili 9 sayfalık görüşü yetkililere ulaştırdıklarını söylemiş. Orada, ‘Bu plan her yönüyle incelenmelidir’ diyor başkanımız. Bakın Bülent Kantarcı bunu diyorsa, bu plan kimsenin incelemesine açılmadı, yapım sürecinde kimsenin fikri alınmadı demektir. Geçmişte Zonguldak bir kömür ve demir-çelik kentiydi. Tarım ve hayvancılık güçlüydü, kendine yeten bir ekonomiye sahipti. Her tarafı ormanlarla kaplı olan bölgenin tatlı su kaynakları kendine yetecek düzeydeydi. Günışığına çıkmamış bir tarihi, zengin yerel kültürüyle göç vermeyen bir kent hüviyetindeydi. Şimdi sorularımız var: Örneğin kömür, bölgenin bugün de geleceği midir? Doğal gaz bölgenin ekonomik kalkınmasının motoru olabilir mi? Bakanlık ile yerel dinamikler arasındaki bakış açısında oluşan uçurumu göz önüne alırsak, hangi Filyos Vadi Projesi bölgenin, yani Batı Karadeniz’in kurtuluşu olabilir?  Bölgesel bütünleşme yeniden sağlanabilir, bütün Zonguldak yeniden kurulabilir mi? Bölgenin bozulmamış doğallığı, bir avantaja dönüştürülebilir mi? Göç sonucu boşalan köylerin yıllardır işlenmeyen toprakları, bir organik tarımın başlangıcı olabilir mi? Zonguldak gözünü Ankara’ya mı dikmeli, kendi dinamiklerine mi odaklanmalı? Bütün Zonguldak’ı oluşturan ve bugün üzerinde konuştuğumuz Zonguldak-Bartın-Karabük için Stratejik Kalkınma Planı’nı kim yapmalı? Söylemlerin ötesinde, gerçekten bir sürdürülebilirlik kaygısı var mı? Yeni üretim ilişkilerinin motoru hangi sektörler olmalı? Yani Filyos Vadi Projesi’nin kapsamında hangi üretici güçler yer alacak? Bu soruların yanıtlarını aramalı, kente çizilecek yeni vizyonu hep birlikte oluşturmalıyız.”
TOPLUMA ÖNERİLMESİ GEREKEN PROGRAMLARDAN ÇOK SÜREÇLERDİR
Sunumunda, bölge üzerinde uzun yıllardır çalışan değerli bilim insanı İlhan Tekeli’nin görüşlerine de yer veren Prof. Dr. Köktürk, sözlerini, “Değerli İlhan Tekeli, bölgeler arası eşitliğin sağlanması, bir bölgenin kalkındırılması gibi hedefler ister plancılar ister siyasetçiler tarafından olsun çok rahat telaffuz edilebiliyor. Ama bu hedefleri koyanlar bunun için gerekli kaynakları harekete geçirmekten, gerekli kararları almaktan kaçınıyorlar. Her bölge planının tarihini yazdığınızda bir gizil samimiyetsizlikle karşılaşıyorsunuz diyor. Sevgili öğretmenim Nitekim son dönemlerde Batı Karadeniz Bölgesi için hazırlanan bölge planlarının odağını oluşturan Filyos Projesi 1984 yılından beri gündemdedir. Ama uygulanmamıştır. Uygulanmaması onun ortadan kalkması için bir gerekçe  oluşturmamaktadır. Yeni bir bölge planı yapılmaya başlandığı zaman hemen gündeme gelmekte, yeniden üretilerek yeni planın da odağında yer almaktadır. Filyos Projesi üretilirken çok sayıdaki ögesini gerçekleştirecek aktörlerin projeye adanmışlığı sağlanmamış olunca uygulamada bir adım atılamamakta, ama projenin yarattığı kalkınma hayali varlığını sürdürmektedir. Nitekim bu hayal 33 yıldır Zonguldak’ta alternatif bir projenin ya da bir gelişme hayalinin gelişmesinin engeli haline gelmekte ve Zonguldak, gelişmişlik sıralamasında geriye düşmeye devam etmektedir de diyor. Sevgili İlhan Tekeli, Zonguldak için, Zonguldak’ın dışından geliştirilen projelerin kendi iç bütünlüğü ve mantığı bulunmamaktadır da dediği konuşmasında şunları da ifade ediyor: ‘Bu nedenle daha başlangıçta  müzakere edilmeye kapanmaktadır. Bu proje Zonguldaklıya sadece bu projelerde çalışmak rolünü veriyorsa, dışarıdan bölgeye dayatılıyor demektir. Bu durumda yerelin özgür iradesinin ortaya çıkması engellenmiş demektir. Yerelin pazarlık gücü ortadan kalktığı gibi yaratılan çevre sorunlarına yerelde yaşayanlar katlanmak durumunda kalmaktadırlar. Geçmişin paradigmalarına hapsolanlar bunu rasyonellik adına gerçekleştiriyorlar. Biz plancılar olarak bu yaklaşımı ciddi olarak sorgulamamız gerekiyor. Günümüzde ulus devlet adına hareket ettiğini söyleyerek merkezin yerele dayatmasını günümüzün demokrasi standartları içinde kabul etmek olanağı bulunamaz. Bu bağlamda yerelin yaşam kalitesi konusundaki talepleri görmezden gelinemez. Bu nedenle günümüzde siyaseti somut projeler ya da programlar üzerinden yapılması demokrasi açısından sorunlara neden olmaktadır. Topluma önerilmesi gereken programlardan çok süreçlerdir. Yerelliklerin hangi süreçler içinde geleceğinin ortak projelerini üreteceğine açıklık kazandırılmalıdır. Süreçler yerel halka açık kaldığında, bir bölge halkının, Filyos Projesinde olduğu gibi hayalet projelerle uyutulması olanağı da kalmaz.’ diyor.” diyerek sürdürdü.
BÖLGESEL GELİŞMENİN DİREKSİYONUNA BELEDİYELERR GEÇMELİDİR
Sunumunu “Ne yapılmalı” başlığı altında topladığı önerilerle tamamlayan Prof. Dr. Köktürk, bu bölümde, “Belediyelerin yeni yüzyıla özgü bir rolle öne çıkarılmaları gereklidir. Bu var olan Belediye Yasası’nın sınırlarını aşan yeni bir rol olmalıdır ve bölgesel gelişmenin direksiyonuna onlar geçmelidir. İşe Filyos Vadisi Belediyeler Birliği kurularak başlanabilir.  Çevre Düzeni Planı’nda da belirtildiği gibi Büyük Zonguldak birlikte planlanmalı, madenler dışında, madenlerle birlikte yeni Bir Bölgesel Kimlik oluşturulmalıdır. Bacasız olma koşulu yeni ekonomiler oluşturulmalı, dinlenmiş köy topraklarımızda organik tarım, hayvancılık  yapılarak kömüş sayısının artırılması gereklidir. Bölge tarihi mutlaka günışığına çıkarılmalı, turizm geliştirilmelidir. Bölge halkı arasında işbirliği ve dayanışma zayıftır. Dayanışmacı yönetim anlayışları geliştirilmeli, birlikte iş yapma kapasitesi artırılmalıdır. Bölge için geliştirilen projeler, bölgeye yalnızca istihdamı öneriyor, yaşamı önermiyorsa, o projelere kesinlikle karşı çıkmalıdır. Geçmişte, kent merkezine, Bartın’dan  2,5, Karabük’ten 3 saatte ulaşılabilmesinin içi bütünleşmeyi zayıflattığı göz önüne alınarak, Roma İmparatorluğu’nun 2.000 yıl önce gerçekleştirdiği, dikey yolların yanı sıra bölge için yatay ulaşım ağlarının kurulmasının bir zorunluluktur olduğu düşüncesiyle hareket edilmelidir. Bölgenin yalnızca Ankara’ya değil, Türkiye’ye bağlanmasını amaçlayan politikalar geliştirilmelidir. Bir gün, birkaç saat sürecek değil, günlerce sürecek bir Bölge kurultayı düzenlenmeli, sorunları ve çözümleri yerelde tartışılmalıdır.” dedi.

Kaynak: Bülten