Bir maden mühendisinin  (1936 da) yazdığı bir roman

Niyazi Durusoy’un yaşamı dikkate aldığımda ortaya çıkan bir durum var ki; Yazar yaşamını anlattığı bu romanda, roman kahramanının adını Bülent koymuş.

Bülent; Mavi berrak sularından, Karadeniz’e uzanan deniz yolunu, İstanbul Boğazından çıkışını anlatıyor. Arkasında bıraktığı yılları anarak sürdürüyor deniz yolculuğunu.

Bülent,  İlkokulu parasız yatılı bir okulda bitirmiş, babasını hiç tanımamıştı. Kardeşi Suat’la birlikte annesi onları zor şartlarda büyütmüştü.

Madencilikle ilk tanışması Karaköy Tünel’inden aşağıya inişiyle başlamıştı. “Aydınlıktan karanlığa ilk kez dalıyordu gözleri.” Tünele girmekle ilk kusuruydu.

Bülent, ilkokulu bitirdikten sonra anneciğini de kaybetti. Dahası, amca elinde kalan kardeşi Suat’ı da Tifodan kaybetti.

Bülent’in amcası geliri yerinde sefir (elçi) emeklisiydi. Ortaokula onu amcası parasız yatılı yazdırmıştı. Amcası okul müdüriyeti kasasına Bülent’ten habersiz bir banka defteri ile Bülent’e verilmek üzere bir de mektup bırakarak gitmişti.

Zonguldak’a Maden Okulu açıldığını, parasız yatılı olan bu okula gitmesini öğretmeni Muhsin Bey önermişti. Lise mezunu bulunamadığı için, lisede okuyanların da bu okula sınavla katılabileceklerini anlatmıştı.

Yakın arkadaşı Nur, öğretmenin anlattığı o okula gitmeyi çok istiyordu. Kendisine gideceğini söylemekten kaçınan arkadaşı Nur gibi o okula gidecek kadar bile parası yoktu. Bu durumu bilen çocukluk arkadaşı Nur, Bülent’e sınav için Zonguldak’a gideceğini söylememişti.

Zonguldak’a okul sınavları için gitmeyi çok istiyordu. Fakat para bulmadan gidemezdi. Emanete amcası tarafından verilmiş bir paranın olacağını aklına bile gelmezdi.

Öğretmeninin önerdiği tek çare, okul müdüründen yardım istemekti. Birlikte müdürün odasına gittiler. Müdür Bülent’e verilmek üzere bırakılan mektup ve parayı verdiğinde Bülent kendini kaybedecek gibi olmuştu. Bülent kendisi için beş yıl önce bırakılmış bu inanılmaz, mucize emanet karşısında ağlıyordu.

Artık Bülent’in elinde onuncu sınıf tasdiknamesi, bir aşı kağıdı, bir dilekçe ve birde seyahat bavulu vardı. Bir hafta önce bunun hayalini bile kuramıyordu. Bir de artık, sekiz yüz lirayı bulan paranın sahibiydi. İstanbul’da Maden idaresine dilekçesini verdi. Bir sonbahar günü Karaköy rıhtımında Zonguldak yolculuğu başlamıştı.

Arkadaşı Nur’la zorunlu olarak aynı gemide yolculuk yapacaklardı. Zonguldak’a, onları götürecek olan vapura binmeden önce öğretmenleri Muhsin Bey’in öğüdü şöyleydi; “Çocuklar, ilk gaye vatan. İkinci, vazife. Üçüncü, can. Her ne kadar birinci ve ikinci birbirinden ayrılmaz şeylerse de üçüncüyü hiçbir zaman bunlara tercih etmeyiniz. O zaman yücelmeye gittiğiniz diyarlarda isimlerinizi veya yadınızı lanetleyerek dönersiniz.”

 

 “MADEN OCAĞINDA” adlı şiirinde;

 

“Kül olduğu yeri bilmediği

Kömür için

Başkalarına rahat bir

Ömür için”

diyen maden mühendisi Niyazi Durusoy, Maden Mektebi’nin 1929  1930 mezunlarından.

Tabii ki romanın tamamını tembel öğrenciler için buradan anlatacak değilim. Ben size burada romanın henüz birinci bölümünü, dilim döndüğünce özetlemeye çalıştım. Yazarın hayran kaldığı 1925- 26 yılının Zonguldak tasvirini ve romanın tamamını sanırım yazarın kendisinden okumak istersiniz. Belki, biri çıkar da tefrika eder diye düşünerek…