Zonguldak

Zonguldak’ın kaybolan mesleği

Zonguldak’ın kaybolan mesleklerini Jeoloji Yüksek Mühendisi Ali Baltaş yazdı.

Abone Ol

İşte o yazı: Türkiye’nin kömür kenti olarak bilinen Zonguldak madencilik; mesleğin getirdiği zorluklar, yaşanmışlıklar, kazalar, dile ve kültüre yansıyan ögeleriyle birlikte şehre destansı bir unsur olarak yansımıştır. Bu şehirde çocukluğuma dair aklımda kalan anılarda günümüzde kaybolan niyetçiler, kalaycılar, dondurmacılar, macuncular, lahmacuncular vb meslekler de olmasına karşın belki de yüksek sesle satış yaptıklarından “sucuların” ve “destancılar”ın ayrı bir yeri vardır.
“Sucu” ve “Destancı” deyince elli yaşın altındaki okurlar, bu kavramların birer mesleği tanımladıklarını sanırım anlamayacaklar. Televizyonun bütün hayatımızı kaplamadığı yıllarda özellikle pazarının kurulduğu Çarşamba ve Cumartesi günleri Zonguldak caddelerinde zaman zaman bağırarak satış yapan sucular ve ağıtlar söyleyerek satış yapan destancılar görülürdü.
Gün içinde iş çıkış saatlerinde ve şehir pazarının kurulduğu günlerde yakın köylerden taze sebze meyvelerini satmak için getiren, akşamüzeri de kazandıkları paralarla diğer ihtiyaçlarını alarak kasalarına oturak konan kamyonlarla köylerine dönenlerle şehir merkezi daha da kalabalıklaşırdı. Bir de gruplu maden işçilerinin değişim zamanlarında bir ay çalışarak köylerine giden ve köylerinde bir ay süre ile dinlenerek dönenlerle Zonguldak tren istasyonunun iki üç gün olağanüstü kalabalık olduğunu hatırlıyorum. Bu zamanlarda istasyona giden yol üzerinde seyyar satıcılar da yerlerini alır ortam adeta bir panayır yerine dönerdi.
Böyle sıcak yaz ve bahar günlerinde sucular (ellerine aldıkları büyük küplerle veya sırtladıkları sepetin içine koydukları su bidonlarından bardak bardak su satanlar) içlerine attıkları buzlar nedeniyle ısısı düşen sularını bağırarak satarlardı. Sucular satış yaparken, ellerinde tuttukları bardakları birbirlerine vurarak çıkan çın çın sesleri eşliğinde “dişleri donduruyor, kemane çaldırıyor soğuuuk su veya hayrat, hayrat” diye (Hayrat: kişinin sevap kazanmak için satılacak suyun parasını önceden ödemesi sonucu sucunun satacağı suları bedava vermesi) bağırırlardı. Müşteri suyunu içtikten sonra elinde bulunan bardaklardan birini kabaca çalkalayan sucu, bir sonraki müşterisine aynı bardaktan suyunu verirdi. 
Destancılar ise matbaada bastırdıkları üzerine destanların yazılı olduğu kâğıtları omuzlarından aşağı çapraz bağladıkları heybe-torba karışımı çantalarına doldururlar ve henüz enflasyonla tanışmadığımız yıllarda hediyesi 25 kuruştan satarlardı. Üçüncü sınıf saman kâğıtlara tek yaprak ve bazen de iki sayfa olarak basılan, yitip giden hayatların dörtlüklere dökülmüş öykülerini şiirlerle anlatan destan kâğıtlarında, bazen elim olayda hayatlarını kaybeden insanların genç hallerindeki fotoğrafları da basılır, okuyan veya dinleyende duygusallık daha da artardı. Destancı bazen destana konu olan elim olayı yüksek sesle, acıklı bir tavırla yanık yanık söyler, bazen de boynuna asılı teybe önceden kaydettiği sesini dinletirdi. Bir halk edebiyatı türü olan ve Osmanlı’nın son dönemlerinden 1970’li yılların sonuna kadar meydanlarda, cadde ve sokaklarda, günlük yaşamın bir parçası haline gelen destancı geleneği günümüze ulaşamadan ortadan kalktı. Böylece son temsilcileri birer birer yok olmasıyla da Anadolu’nun ve şehrimizin bu kadim kültürü bir daha gelmemek üzere yok oldu. 
Alttaki fotoğraflarda Osmanlı dönemindeki su satıcısı ve bir destan örneğinin resimleri verilmiştir.