Gökçebey

Zonguldak'ın köyleri: Üçburgu

Hayati Yılmaz ile Zonguldak Tarih, Gökçebey İlçesine bağlı Üçburgu köyünü kaleme aldı.

Abone Ol

İşte o yazı: 
Gökçebey ile Bakacakkadı arasında kalan köy , aslında sadece Gökçebey’in değil, bölgenin en eski yerleşim yerinden biridir.
Zonguldak-Ankara yolu (D-750) üzerinde , Bakacakkadı köprüsünün sağ tarafında kalan köyümüz, aynı zamanda benim anne tarafından köyümdür. Çocukluğumdan beri dedemi ziyaretlerimizde , buradaki köy yaşantısını bire bir yaşamış biri olarak, köyün tarihini yazmak ayrıca haz veren bir şey.
Filyos Nehri köyün tam önünde , birleşerek Filyos tarafına akmaktadır. Üçburgu adından da anlaşıldığı üzere ; doğrudan  adını nehrin üç yönünden almıştır. Burgu kelimesi ; yön değiştirme, birleşme, kesişme anlamında vurgulanmıştır. Karabük yönünden gelen Filyos Çay'ın, Soğanlı su kolu ( Antik Adı Billaios ’dur)  ile Devrek tarafından gelen Gerede kolu (Antik adı Ladon’dur) Üçburgu önünde birleşmesi ile Filyos Çayını oluşturur (Antik adı Fillias ’tır)  . Bu üç yönü olan yerin adının da “Üçburgu” olması kadar doğru bir isim olamazdı.
(Bazı Osmanlı belgelerinde ve hatta civar yörenin yaşlı kesimleri arasında “suçatı” adına da rastlanılmaktadır.)

2009 yılında yaşanan şiddetli sel baskını sonucu, köyün ırmak kenarında ortaya çıkan , Roma Dönemi’ne ait yapıların, gümrük binası olarak kullanıldığı ortaya çıkmıştı. 2012 yılında yapılan incelemeler sonucunda 3 döneme ait yapı olduğu anlaşıldı. Başlangıcı Roma’nın ilk dönemlerine ait olduğu,  ikinci ve üçüncü yapıların ise M.S 2. ile 4. yüzyıla ait olduğu ortaya çıkartılmıştı. Maalesef  2009 yılından 2012 yılına kadar kaçak olarak yapılan kazılarda bir çok tarihi eser ise kaçırılmıştı. Ancak 2012'de çıkan izin ile , kazı çalışmasını yapan ekibin başındaki Doç. Dr. Şahin Yıldırım’ın beyanatına göre ;  2013 yılı sonlarında DSİ tarafından yürütülen akarsu yatağı ıslah çalışmalarında, nehrin yönü sit alanına doğru
değiştirilmiş ve nehir yatağındaki bu düzenlemenin hemen ardından, 2014 yılı bahar ayının başlarında meydana gelen büyük bir sel sonucunda buradaki mimari kalıntıların hemen hepsi yok olmuştur. Demek ki ; yüzlerce yıl akan derenin altında saklı kalan mimari ; ortaya çıktıktan sadece 5 sene sonra,  insan eli ile yapılan hatalı düzenleme sonucu yok olabiliyormuş. 
Doğa saklıyor ,insan mahvediyor. 
Neden bir devlet kurumu bu alanda ortaya çıkan antik bulguları dikkate almadan bir düzenleme yapar ? 
Bunu kasti olarak yapıldığını düşünmek istemiyorum. Kurumlarda çalışan insanların bölgeyi tanımaması bölge hassasiyetini dikkate almaması , Filyos Nehri’nin yerel anlamda karakteristik özeliklerinin bilinmemesi olabilir. Çünkü bilimsel olarak Filyos Nehri , henüz ayrıntılı şekilde incelenmemiş, araştırılmamıştır.  Oysa çocukluk gözümle bile bu alanda nehir yatağının mevsimlere göre nasıl değiştiğini görmüştüm. Ne yazık ki bu hata,  bu alanda ortaya çıkan antik bir iskeleyi de  yok etti.

Gökçebey Üçburgu‘da ortaya çıkan bu yapı, aynı zamanda bölgede Roma döneminde yapılan ticareti de bize göstermiş oldu. Karabük yönünden ve Devrek yönünden gelen ırmağın belirli aylarda yükselmesinden fırsat bilerek yapılan kereste taşımacılığı , orman ve tarım ürünleri , tekne yapımı için kullanılan kereste ürünlerini, Üçburgu önlerine getirildiği , burada tartılarak vergisi kesiliyor ve Filyos Kalesi önündeki iskeleye yollanıyordu. Aslında Filyos ırmağı kolları güzergahları aynı zamanda İpek Yolu’nun ara yollarına denk geliyordu. Yani bu köy İpek Yolunun giriş çıkış yapmak için kullanılan "adeta otoyol gişeleri" gibiydi. Köyün doğusundaki tepelik alanda da , boğazın ağzında bir kale bulunuyordu. (Bodaç “Boğaz Kalesi” ) 

Üçburgu benim dede köyüm olduğunu söylemiştim. Babannem de aynı zamanda Üçburgu köyündendir. Daha sonra Veyisoğlu Köyüne gelin gitmiş. Bu köyün hemen yukarı kısmında yer alan Davutoğlu kesiminde dedemin ahşap evi vardı. Biz Çatalağzı’ndan köye ziyarete gelirdik. 
Eve, evin altında bulunan ahırdan giriliyordu . Gürezler (Hindi), tavuklar, civcivler çocuk gözümüzde bizi bambaşka bir ortama getiriyordu.  Çiftçilik ile uğraşan dedem Koca Salih'in  ; tarlalarına ektiği ürünlerin tüm aşamasına bire bir şahit olmuş biriyim. Öküzlerle sürülen tarla, tarladan toplanan buğdayların harman alanında ayrıştırılmasından, düvene binilmesinden,  Filyos Irmağına getirilip yıkanmasına kadar hepsini gördüm. Dedemin öküz arabasında samanların üstüne çıktım. Daha çok ufak yaşlarda Filyos ırmağının sularında yıkanmıştım. Üçburgu Köyü’nde hatırladığım bir durum ise ayakkabılarımızın altının çamurdan balçık toplaması idi. Köy bir yamacın üzerinde kurulu olduğu için yer altı su yolu üzerindeydi. Bu neden ile bereketli topraklara sahipti.  Köyün hemen ortasında akan buz gibi çeşmeler ve bu çeşmelerin yalakalarından su içen öküzler aklımdan hiç gitmez.
Elektrik olmadığı için akşam yanan gaz lambaları, çıra yakılarak gidilen yollar... 3 katlı bir bina yüksekliğine erişen kiraz ağaçları, ceviz ağacı altındaki gölgelik, o yıllarda sadece bu köyde var olduğunu sandığım kıpkırmızı kiren (kızılcık) ...Önümüzden çıvlayarak geçen karabakallar, geceleri uluyan çakallar. vb.  Kısacası Zonguldak’ın gerçek köy yaşamını , yine Zonguldak’ın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Üçburgu köyünde öğrenmiştim. Hem şehirdeki Zonguldak’ı hem de köydeki Zonguldak’ı aynı an da yaşayanlar arasındayım.
Üçburgu köyünde eskiden bir ilkokul olduğunu hatırlıyorum. Ayrıca köyde sonradan yapılan bir cami de bulunuyor. Bu cami avlusunda köylüler bayramlarda toplanır , gelen misafirlere yemek ikram edilir.
TCDD tren yolu hattının , Gökçebey durağından önce son durak Üçburgu durağıdır.