Bu fıkra eski bir fıkradır, muhtemelen siz de bilirsiniz. Hatırlatayım:
Soğuk bir kış günü, İlyas dere kenarından geçerken bir bakıyor ki Temel almış eline bir kediyi yıkıyor! ''Ula Temel, na yapayisun? Bu soğukta kedi yıkanur mi, öldürecesun oni!'' diye Temel'i uyarıyor. Ama Temel hiç aldırış etmiyor. Bir süre sonra, İlyas geri döndüğünde, kedinin öldüğünü ve Temelin de başında ağladığını görüyor. Kızgınlıkla Temel'e, ''Ula ben sağa demedum mi yikama oni öldürecesun diye!'' diyerek söylenince; bakın Temel ne cevap veriyor: ''Ula yikayiken ölmedi ki. Sıkayıken öldi!''
Bu koronavirüs belası çıkınca, hükumet de 65 yaş üstü insanlarımızı bu virüsten korumak amacıyla evlerde karantinaya aldı. Ama fıkrada olduğu gibi, acaba iyilik yapmak isterken kötülük mü yaptı? İşte şimdi bunun analizini yapacağız.
Önce bazı hesaplamalar yapalım. Çünkü rakamlar yalan söylemez.
Türkiye'nin nüfusu kaç? 83 milyon! Vatandaşların ortalama ömrü 75 yıl olsa; bu demektir ki, yılda ortalama 83 milyon / 75 = 1.1 milyon insan ölüyor! Bir günde ölen sayısı ise; 1.1 milyon / 365 = 3000!
Peki biz kaç gündür karantinadayız? Takriben 75 gündür. Bu süre zarfında Türkiye'de ölen sayısı ne olmuş oluyor? 75 x 3 bin = 225 bin! Bu güne kadar koronadan ölen kişi sayısı ise 4500'e yakın. Demek ki, 225 bin - 4500 = 221,500 kişi diğer nedenlerden ölmüş! Ve bu ölenlerin en az 100 bini de 65 yaş üstü insanlar..
Yani demem o ki insanları hapsetmekle ölümlere mani olunamıyor. Koronadan ölmüyorlar ama mutlaka başka nedenlerden dolayı ölüyorlar. Zaten bu virüs de sağlam insanları öldürmüyor. Başka hastalıkları olan, savunma mekanizmaları zayıflamış ve ölmenin eşiğine gelmiş, bunun için sadece basit bir neden arayan insanları yenebiliyor. Bu insanlar korona olmasaydı muhtemelen başka nedenlerden de ölebilirlerdi.
Eğer 65 yaş üstü kişiler karantinaya alınmasaydı bunların bazıları koronadan ölmüş olacaklardı. Ve koronadan ölenler listesine gireceklerdi. Bu da listeyi kabartacaktı. Sonuçta ne olacaktı? Türkiye korona ile mücadelede örnek ülke olmayacaktı! Şark kurnazlığını anladınız?
Bunu not alıp bir kenara yazalım. Buna bir de Türkiye'de 65 yaş üstü nüfusun % 9 olduğunu, yani takriben 7.5 milyon insanın karantinada tutulduğunu ekleyin.
Şimdi aşı olayına geliyorum. Aşı; ''İnsan ve hayvanlarda hastalık yapma yeteneğinde olan virüs, bakteri v.b. mikropların hastalık yapma karakterlerini yok etmek için geliştirilen biyolojik maddelere'' denir. Bunlar vücutta savunma mekanizmalarını uyararak koruyucu maddelerin (antikorlar) oluşmasını sağlarlar. Aşılanan kişi aşılandığı hastalıklara karşı bağışık yani dirençli olur.
Bunlar tabii ki bilimsel laflar. Ben en iyisi ilkokulda bize öğretildiği gibi anlatayım: Vücudumuzda bizi mikroplara karşı koruyan, onlara saldırarak yok etmeye çalışan cengaverler kandaki akyuvarlar dır. Aşı dediğimiz de artık savaşamayacak duruma getirilmiş, yarı ölü mikropların vücuda zerk edilmesidir. Amaç akyuvarların bunlara saldırarak savaşçı kabiliyetlerini artırmasıdır. Nitekim akyuvarlar bunları yenerek uzman savaşçı haline gelirler ve gerçek mikroplarla karşılaştıklarında sıkıntı çekmeden galip gelirler. Bu da tabii ki insanın mikroplara karşı savunma sisteminin güçlendiği anlamına gelmektedir.
Bir de bu savunma sisteminin tabii gelişmesi vardır. Bu da insan vücudunun makul oranda mikroplara alışmasıdır. Bir örnekle açıklayayım: Bir fakirin çocuğu daltarak vaziyette çöplükte oynar; bir şey olmaz. Ama steril yaşayan zenginin çocuğu azıcık mikrop kapsa hasta olur! Neden? Çünkü o fakirin çocuğunun vücudu mikroplara alışkındır ve dolayısıyla savunma mekanizması gelişmiştir. Zenginin çocuğunun akyuvarları ise mikroplarla karşılaşmadığı için savaşma güçlerini geliştirememiştir.
Buradan şuraya geleceğim: 75 gündür evde steril yaşayan 65 yaş üstünün akyuvarları mikroplarla karşılaşmadıklarından, tembelleşip yan gelip yatmaktadırlar. Bu yüzden, yarın bu insanlar sokağa çıktıklarında, savunma mekanizmalarının zayıflığı yüzünden belki mikroplara karşı daha savunmasız olacaklardır.
''Sokağa çıktıklarında'' deyince aklıma geldi: Geçen pazar günü bize verilen sokağa çıkma iznini değerlendirmek üzere, eşimle caddeye çıktık. Bizim cadde Çankaya'daki Uğur Mumcu caddesi, geniş bir cadde. Yaşlılar ağızlarında maske, kamburlaşmış vücutları ile trafiksiz ve terk edilmiş görünen caddede ağır ağır yürüyorlar. Evet ben de o sınıftanım ama onları öyle görünce moralim bozuldu. Eşime, ''hadi dönelim'' dedim. Niye diye sorunca; ''Yahu canım sıkıldı. Kendimi korku filmlerindeki zombiler kasabasında gibi hissettim!'' Güya biraz da espri yaptım ama, hani gerçek payı da yok değildi!
Ama bu insanlara yazık değil mi? Bunların görebilecekleri kaç bahar daha var? Belki bazılarının bu bahar görebilecekleri son ilkbahardı. Ama ellerinden uçup gitti!
Bir diğer husus: Gerek uzayan karantina günlerinde, gerekse karantinadan sonraki günlerde psikolojik rahatsızlanmalar kaçınılmazdır. Özellikle, akut travma ve akut anksiyete (kaygı) ve bunların oluşturduğu davranış ve stres bozuklukları küçümsenmeyecek sayıda yaşlıyı derinden etkileyecektir.
Sonuç olarak söyleyeceğim şudur: 65 yaş üstünü evlere kapatmakla iyi mi yapıldı kötü mü yapıldı ben kuşkuluyum. Ayrıca bu işin biraz abartıldığını da düşünüyorum doğrusu.
Korkum şudur ki; evlere kapatmakla belki üç beş bin ihtiyarı ölümden kurtardık ama; sırf kapatılma travmalarından ve bağışıklık sistemlerinin zayıflamasından dolayı bu rakamın çok üstünde bir ölüm sayısı ile karşılaşabiliriz! Nitekim 7,5 milyon yaşlının yüzde biri bile bu nedenle ölse; bu rakam 75 bin yapar.
Ama tabii koronadan ölmemiş olacaklar!
Şimdi soru şu: Acaba bu işler Temel'in kedi hikayesindeki gibi mi oluyor?