Kuruluşunda adı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) olan iktidar partisi sonradan adını neden değiştirdi de Ak Parti yaptı acaba? Kendilerine sorarsanız bu partinin kısaltılmış adıymış. Ama o zaman AKP diyenlere neden kızıyorlar dersiniz! Hatta AKP diyenlere neredeyse vatan haini bile diyecekler neredeyse!
   Biliyorsunuz PKK'yı ''Pe Ke Ke'' diye okuyanlar PKK yanlıları; ''Pe Ka Ka'' diyenler de PKK karşıtlarıdır. Dolayısı ile bu söylemlerden kişilerin ne tarafta olduğunu da anlarsınız. Ak Partililer de bu yöntemle kendi tarafında olup olmayanı belirliyorlar. Yani AKP derseniz düşman safındasınız demektir!
   Peki, neden böyle oldu, Ak Parti bu evrimi nasıl geçirdi? Şeytanın avukatlığını yaptığımda benim aklıma şu geliyor: AKP'nin adaleti ortadan kaldırdığı için A'sı zaten daha önce gitmişti. Kalkınma da durduğundan, hatta geriye gittiğinden şimdi de K'sı da  gitti. Geriye sadece P'si kaldı. E, o zaman partinin ismini de değiştirmek gerekti. Parti zaten ak pak olduğu için adının da Ak Parti olması cuk otururdu doğrusu!
   Gelin bu evrim konusunu biraz daha açalım.
   AKP'yi hep eleştiriyoruz ama ''Sezar'ın hakkını Sezar'a ver'' deyişinde olduğu gibi, biz de AKP'nin hakkı varsa onu da verelim. Gerçekten iktidarlarının ilk döneminde iyi işler de yaptılar. Bunları inkar edemeyiz. Özellikle Avrupa Birliği'ne (AB) girmek için gösterdikleri çabalar ve AB müktesebatına uymak için yaptıkları kanun ve reformlar ülkenin ve insanlarımızın yararına olmuştur. Bunlara dış politikadaki barışçıl yaklaşımlar da eklendiğinde; ülkemize yabancı yatırımcıların ve turistlerin de gelmesi ile işsizlik azalmış ve kalkınmamız hızlanmıştır. Paradan altı sıfır atılması ve sigara yasağı gibi olumlu adımlar şahsen benim hoşuma da gitmiştir. Keza sağlık reformları da öyle..
   Fakat sonradan ne olduysa işler tersine dönmüştür. İçeride yasaları bile hiçe sayan aşırı otoriter bir yönetim anlayışına dışarıda herkesle kavga eklenince; adalet de kalkınma da ortadan kalkmış; toplum ikiye ayrıştırılmış ve bu günkü kaos ortamına girilmiştir.
   Partide 180 derecelik bu değişimin sebeplerini irdelediğimizde; şunları söyleyebiliriz: 
   Önce partinin ilk kurucuları ile ilk hükumet yöneticilerinin değişimine dikkatinizi çekmek istiyorum. Parti kurucularından ve önceki yetkililerinden acaba kaç tanesi bu gün aktif görevde? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yollarda beraber yürüyüp ıslandığı yol arkadaşlarının kaç tanesi bu gün yanında? Örneğin; Abdullah Gül, Bülent Arınç, Köksal Toptan, Abdüllatif Şener, Hüseyin Çelik,Ali Babacan, Yaşar Yakış, Vecdi Gönül gibi daha birçok isim şimdi nerede? Bunları harcamak için çıkarılan iki dönem kuralı nedeni ile hepsi de partiden dışlanmış durumda tabii ki. 
   Bu isimlerin partiden uzaklaştırılması elbetteki partinin politikalarında da önemli değişikliklere sebep olmuştur. Örneğin; yerlerine Davutoğlu gibi hayalperest NeoOsmanlıcıların ve Çavuşoğlu  gibi diplomasiyi sokak jargonu ile yapan politikacıların gelmesi ile dış dünyada dost kalmamıştır. Ekonomide Ali Babacan gibi sağduyu sahibi olanların gitmesi, Jöleli gibi ekonomi danışmanlarının gelmesi zaten dış siyaset nedeni ile gerileyen ekonomimize büyük darbeler vurmuştur. Bu nedenle işsizlik de son on yılın zirvesine oturmuştur. Nitekim Moody's gibi kredi notu veren global üç büyük kredi derecelendirme kuruluşu Türkiyeyi artık yatırıma uygun olmayan ülkeler sınıfına sokmuştur.
   Daha Suriye politikamızın iflasını ve bunun sonuçlarını, Barzani'nin Kerkük'de Kürt bayrağını çekmesini, eğitim sistemimizin nasıl yerlerde süründüğünü falan saymıyorum. Sayılacak o kadar olumsuz şey var ki burada bunları saymaya yer yetmez.
   Tabii ki Ak Parti'nin AKP'ye karşı olmasının sonuçları bu kadar da değil. Karşılarında ciddi bir iktidar alternatifi olabilecek herhangi bir muhalefet partisi olmadığı için; Ak Parti şimdi  kendi atası AKP zihniyetini yok etmeye çalışıyor. Ama bu partinin kurucuları, eski yöneticileri ve bu partiye gönül verenler bunu hoş görmeyeceklerdir.
    Bu nedenle, ben derim ki; Ak Parti kendi kuruluş felsefesine ihanet etmekle kendi ayağına ateş ediyor. 
    Ve ben muhalefet partilerine de derim ki: Artık beceriksizliğimiz yüzünden etkili muhalefet yapamıyoruz diye üzülmenize gerek yok. Sizin yerinize bunu Ak Parti kendi kuyusunu kendi kazarak yapıyor!
    
   TAYYİPLAND:
   Bir yazımda Türkiye'nin uluslararası isminin değiştirilmesi gerektiğini anlatmaya çalışmıştım. Biliyorsunuz İngilizce artık dünya lisanı ve ülkemizin uluslararası resmi ismi olan Turkey'in İngilizce anlamı da hindidir. Bu da dışarıda alay konusu olmakta ve vatandaşlarımızı utandırmaktadır. 
   Yazımda ''Nasıl ki geçenlerde Çek Cumhuriyeti ismini Çekya olarak değiştirdi ise bizde değiştirebiliriz'' demiştim. Hatta öneri olarak, bizim kullandığımız gibi doğrudan Türkiye olabilir; veya Turkland, Turkya gibi isimler olabilir diye de saymıştım.
   Ama şimdi aklıma yeni bir isim geldi: Tayyipland! Yani Tayyip ülkesi!  Benim aklıma bunu getiren; böyle giderse dış dünyada Türkiye'nin gayrı resmi ismi de bu olacak korkusu olmuştur. (Benden kopya çekmeseler bari!) 
   Nedeni basit: Çünkü ülkenin her şeyi, tek hakimi o! Her şey ondan soruluyor, başka hiç kimsenin dediği veya yaptığı önemli değil. Yeni anayasa kabul edilirse kuvvetler ayrılığı diye bir şey kalmıyor. Tüm kuvvetler Erdoğan'ın kişiliğinde birleşiyor. Çünkü milletvekillerini o seçecek; bakanları o atayacak; hakimleri o atayacak. Yani yasama, yürütme ve yargı tek elde toplanacak. Böyle bir ülkeye Tayyipland denilmeyip de ne denecek? Var mı daha uygun bir isim?
    OLEEE!..
    Biliyorsunuz, İspanya'nın boğa güreşleri çok meşhurdur, ve bu güreşlerde matador boğaya saldırırken bütün seyirciler ''Olee!..'' diye bağırarak tezahürat yaparlar.
    Yine böyle bir boğa güreşinde, matador boğaya her saldırışında tüm arena seyircilerin oleee!.. sesi ile inler. Fakat o da ne? Tüm seyirciler susup yerlerine oturduktan sonra seyircilerin arasından olee!.. diye cılız bir ses duyulur. 
   Bu böyle birkaç kez tekrar edince; seyirciler sesin sahibine ''Yahu sen niye herkesle beraber bağırmıyorsun da tek başına ayrı bağırıyorsun!'' diye çıkışırlar. Bunun üzerine adam şöyle der: ''Kardeşim ben boğayı tutuyorum!''
    Şimdi durup dururken ben bu fıkrayı niye anlattım? 
    Anayasa referandumu için AKP + MHP blokunun propaganda gücü ile muhalefetinkini karşılaştırınca bu fıkra çağrışım yaptı. ''Evet''i anlatmak için bir tarafta muazzam bir medya ordusu; ve uçağı, helikopteri, arabası, parası, pulu, kaymakamı, valisi,bürokratı, imamı, müezzini ile devletin devasa gücü; öbür tarafta ''Hayır''ı anlatabilmek için genellikle  engellenen cılız çabalar.. .
   Bu orantısız güç ve mücadele; hele hele iktidarın gümbür gümbür çıkan sesinin yanında, herkesin şamaroğlanı gibi vurduğu Kılıçdaroğlu'nun arada kaynayan cılız sesi sizce de bu fıkraya anımsatmıyor mu?