ARKADAŞINIZ MUHAMMED SAPMAMIŞTIR
Muhammed Peygamber, Fatiha Suresiyle toplumu uyarmaya, onları hakka yönlendirmeye başlamış ve aynı zamanda toplumsal faaliyetlere de girişmiştir. Muhammed'in bu davranışlarına tanık olan Mekke’nin ileri gelen yönetici kadrosu, onun sosyal girişimlerine engel olmaya çalışmıştır. Diğer taraftan da onun hakkında, “Muhammed sapıttı, azdı, delirdi” şeklinde dedikodu yaymış, hatta daha da ileri giderek, “Muhammed kendi hevasına uyuyor, bizden çıkar sağlamak için de peygamberlik rollerine bürünüyor, söylediklerini aslında kendisi uyduruyor” şeklinde çirkin ve asılsız söylentiler çıkarmışlardır.
Atalarının dininden ve ahireti yalanlamaktan vazgeçmeyen bu müşrik yönetici kadro, kendilerini uyaran peygambere ve ona inanan bir avuç insana yaptıkları işkenceler dayanılmaz bir hale gelmişti.
Tarihi kaynaklara göre, bu işkencelere dayanamayan güçsüz ve kimsesiz Müslümanlardan 16 kişilik bir grubu Peygamberimiz, Habeşistan'a göndermişti ve Mekke'de kalan Müslümanların sayları da 20 kişi kadar kalmıştı.
Peygamberimiz kendine vahyedilen Necm Suresi’ni, bu çetin şartlar içinde, canı pahasına, Kâbe'de, tüm insanlara, karşı hutbe gibi okumuştur. Sureden çok etkilenen müşrikler, birkaçı hariç, topluca secde etmiştir. Bu olay neticesinde Mekke halkının topluca Müslüman oldukları yönünde söylenti çıkmış, bu söylenti Habeşistan'a ulaşmış ve oraya gönderilmiş olan muhacir Müslümanlar sevinerek anayurtlarına dönmüşlerdir. Surede gerçek ilâh ile putların mukayese edilerek salihler övülür, yalanlayanlar kınanır ve herkesin yaptığının karşılığını göreceği de bildirilir. Akıllı insanlar Allah'a secde etmeye ve O'na kul olmaya çağırılır. Kısaca ilk sureden bu sureye kadar gelen vahiylerin özeti Necm Suresi’nde veciz bir şekilde yeniden vurgulanır. Bu çerçevede özetlenebilecek sosyal ve dinî olayların devam ettiği bir sırada inmiştir.
İndiği zaman necme kasem olsun (parça parça grup grup inmiş ayetlerin her bir inişi) kanıttır ki. Arkadaşınız sapmamıştır, azmamıştır. O, boş iğreti arzusundan da konuşmuyor. Onun size söyledikleri; inen o ayet gurupları, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. (Necm, 1-4)
Necm yıldızlar topluluğuna, özel olarak da Süreyya yıldızına, toplum içerisinde sivrilmiş önderlere de necm denmiştir. Karanlığı yarıp kendini gösteren ve başkalarının yol bulmasını sağlayan yıldıza Kuranda necm dendiği gibi her biri bir yıldız gibi ışık saçan, insanları aydınlatan ve onların yollarını bulmalarını sağlayan Kuran ayetlerine de “necm” denmiştir. "Artık hayır. Necmleri/ her indirilmede gelen âyetlerin yerlerini / zamanlarını; inişini kanıt gösteririm ki. Ve eğer bilirseniz bu büyük bir kanıt gösterimidir. Hiç kuşkusuz o, şerefli Kuran'dır. Saklanmış / korunmuş bir kitaptadır. Ona zihinsel olarak temizlenmişlerden başkası temas edemez. O, âlemlerin Rabbinden indirilmedir. (Vakıa, 75-80)
Mekkeli yönetici müşrikler, Muhammed Peygamber’e hakkında çıkarılan yalan sözlere karşı ayetler cevap vermekte, “Onun deli olmadığı, sapıtmadığı, azmadığı, kendi çıkarı için konuşmadığı, bu sözlerin onun kendi kuruntusu olmadığı ve onun getirmiş olduğu sözlerin Allah tarafından necm necm/parça parça inmiş olduğu kanıt gösterilmektedir. Hatta bu inen “ayet toplulukları /necm necm” Mekke yönetici kadrolarının kalplerinden, akıllarından geçen en gizli ve sinsi yaptıkları plânlarını dahi inen ayetler ile deşifre ettiğini bilmektedirler.
Tarihi verilere göre o dönemde Mekke'de yıldız kayması veya göktaşı düşmesi gibi bir olay vuku bulmuş ve bu olay da Mekkelilere kanıt olarak gösterilmiş olabilir. Bu görüşe göre; Musa (as)’nın dağda bir ateş görüp yanına gitmesi ve oradaki ağaçtan kendisine vahyedilmesi olayına benzer bir şekilde, Muhammed Peygamber de yıldız kaymasını veya göktaşı düşmesini merak edip ışığa doğru gitmiş ve son sidre ağacının yanında, kendisine sidre ağacından vahyedilmiştir. Bu yıldız kayması veya göktaşı düşmesi olayı ile Musa Peygamber’in serüvenini önceden bilen Mekkelilere Musa (as)’ya vahyedildiği gibi Muhammed Peygamber ’e de vahyedildiği açıklanmakta ve peygamberimizin söylemlerinin vahiy kaynaklı olduğuna kanıt olarak gösterilmektedir.
PEYGAMBERE İLK VAHYİN GELİŞİ
Ayetlerde, Muhammed Peygamber’in ilk vahyi nasıl, nerede ve ne zaman almaya başladığını vurgulamaktadır. Ancak konuyu Arapların anlatım tarzıyla açıklamakta ve müşriklerin ileri sürdükleri inkara dayalı ithamlara da kanıtlar gösterip cevap vermektedir. Hatta İsra Suresi’nin 1.ayetin de “Muhammed Peygamber’in bir akşamüstü Kabe’den başlayıp ve Kabe’ye uzak bulunan bir mescide (Mescidil Aksa) kadar yürüye yürüye gittiği de belirtilmektedir.
“Orada Arkadaşınıza o konuştuklarını müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi, egemenlik kurmuş olan öğretti. Ve müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi olan ve egemenlik kurmuş olan, en yüksek ufukta idi. Sonra yaklaştı ve hemen sarktı. Birinde iki yay uzunluğu kadar, diğerinde de daha yakın olmuştu. Hemen de kuluna. Son kiraz ağacının yanında ki yanında oturmaya değer konaklama yeri vardır, vahyettiğini vahyetti. O zaman kiraz ağacını kaplayan kaplıyordu. Gönlü, gördüğünü yalanlamadı. Onun gördüğü şeyden kuşku mu duyuyorsunuz? / Onun gördüğü şey hakkında onunla mücadele mi ediyorsunuz? Ant olsun onu, başka bir inişte daha gördü. Göz şaşmadı ve azmadı.” 18. “Ant olsun, Rabbinin alâmetlerinin / göstergelerinin en büyüğünü gördü.”(Mecm, 5-18)
Ayetler de Allah, kendi sıfatlarından söz etmektedir. Allah’ın kendi gücü yani Cebrail /tanrının zorlaması ile peygamberin kalbine indirmiştir. Yani arada hiçbir varlık (Cebrail) bulunmadan, Allah, Peygamber’in kalbine vasıtasız vahyetmiştir. Yine ayette bir “yay” boyu ifadesi o zamanlarda insanların kullandığı uzunluk birimidir. Yöresel ölçüler arşın, kulaç, parmak, adım v.s gibi ölçüler bulunmaktadır. Bu ayetler, ilk vahiy anında olanların bir zan (sanı) bir rüya, bir hayal, bir halüsinasyon olmadığı, sağ duyunun kesinlikle yanılmadığı ve bu sahnenin iki kere yaşandığını açıklamaktadır. Bu vahiyler Alak Suresi’nin inişi sırasında yaşanmış olduğudur. Birincisi “ikra” ile başlayan 1-2.ayetlerin gelişinde yaşandığı, ikincisi de yine ikra ile başlayan 3. ve 5. ayetlerin gelişi anın da yaşanmıştır.(Tebyin-ül Kuran)
Kuran, Peygamber’e ilk gelen ayetleri bu şekilde anlatmaktadır. Ancak Peygamber’in vefatından kısa bir zaman sonra Peygamber’i “miraç” adı altında göğe, Allah’ın yanına çıkarmayı marifet bilen zihniyet Kuran ayetlerinin tam tersi bir rivayet uydurmuşlardır. Kısaca hikâye “Cebrail, Peygamber’i Mescidi Haram’dan alarak onu Burak denilen bir ata bindirmiş. Önce onu Mescidi Aksa’ya (Kudüs) ve sonra oradan da gökyüzünde peygamberlerin makamından geçerek Allah ile buluşmuştur. Allah Peygamber’e ümmeti için 50 vakit namaz emretmiştir. Ancak Peygamber 50 vakit namazı alıp geri dönerken, Musa Peygamber’in makamına uğramış. Musa Peygamber, 50 vakit namazın ümmeti için ağır olacağını, bu nedenle de tekrar Allah’a gidip ona bu namazların azaltması için yalvarmasını söylemiştir. Bunun üzerine Peygamber, Allah’a giderek yalvarmış, namazların vakitleri böylece azaltmıştır. Peygamber tekrar geri dönerek Musa Peygamber’in makamına uğramış ve Musa bu vakitlerinde ümmetin için ağır geleceğini vurgulamış. Bunun üzerine Muhammed Peygamber tekrar Allah’a gider ve ona vakitleri azaltması için yalvarmış ve bu olaylar namaz beş vakte ininceye kadar da devam etmiştir. Allah namaz vakitlerini 5 olarak emretmiş ancak bu 5 vakit namazın 50 vakit kadar değerli olduğunu da vurgulamıştır.
İşte bu hikâyeciler Kuran’ın aksine bu hikâyeler ile hem peygamberi göklere çıkarıp Allah ile yüz yüze görüştürür, hem de Allah’ın emrettiği 50 vakit namazı 5 vakte indirebilmek için Allah ile peygamberleri arasında pazarlık yaptırmaktadırlar. Bu ve buna benzer uydurulan hikâyeler bugün hem İslam’a hem Müslümanlara hem de İslam’ı tanımak isteyen insanlara zarar vermektedir.