Aslında isimler önemlidir. Bazı isimler karizma ve saygınlık çağrıştırdığı gibi bazıları da anlamsız ve gülünç gelebilir.
   Örneğin; Almanya'nın adı ''ördek'', veya İngiltere'nin adı ''kaz'' olsaydı; ya da koskoca Amerika Birleşik Devletlerinin adı ''tavuk'' olsaydı, ne düşünürdünüz? Muhtemelen ya güler ya da dalga geçerdiniz.
   Ama bizim ülkenin uluslararası resmi adı Turkey! Yani ''hindi!'' Tabii bu İngilizcede hindi ama bu gün İngilizce dünya ortak dili oldu. Yani resmiyette tüm dünya bu dili kullanıyor. Kısacası dünyanın her yerinde Türkiye hindi olarak anılıyor. Biraz cahil insanlar da ülkemizi hindiler ülkesi zan ediyor.
  Bu ismi kim koyduysa bu ülkeye kötülük etmiş. Ayrıca bu ismi bu güne kadar değiştirmeye teşebbüs etmeyen yöneticilerimizi de kınıyorum. Bir ülkenin uluslararasındaki resmi ismini değiştirmek de zor değil. Bunun örnekleri de çok. Nitekim daha dün Çek Cumhuriyeti ismini değiştirerek ''Çekya'' yaptı. Ve bunu  tüm uluslararası ilgili kuruluşlara da bildirdi.
   Ben bu isim olayının sıkıntısını yurt dışına çıktığım zamanlarda bizzat yaşadım. İnsanlar çaktırmamaya çalışsa da küçümsedikleri ve içlerinden güldükleri belli oluyor. Onun için bu ülkenin adı artık değişmelidir diyorum. İsterseniz önerilerde de bulunabilirim.
   Örneğin; doğrudan ''Türkiye'' olabilir. Veya, biraz İngilizce karışsın diyorsanız; Türklerin ülkesi anlamında, ''Turkland'' olabilir!  Eski diplomatlarımız Türkiye demezler; Türkiya derlerdi. O yüzden, tıpkı Almanya der gibi Türkiya veya Turkya da diyebiliriz. Bu örnekler çoğaltılabilir.
 
   Ben bu isimden hareketle aslında turizmden de bahsetmek istiyorum. Hindi ismi bende turizmi de çağrıştırıyor, zira turizmimizi olumsuz etkiliyor.
   Biliyorsunuz, son zamanlardaki yanlış dış politikalardan ve terör olaylarından dolayı turizm sektörümüz büyük bir darbe yemiş durumda. Ülkemize gelen turist sayısı geçen yıllara göre bu yıl yarı yarıya azalmış görünüyor. Bunun ekonomiye yansıması ise ekonomimizde karamsar bir tablo yaratıyor. Hatalarını geç de olsa görebilen yöneticilerimiz, daha önceki yazılarım da da ön gördüğüm gibi, dış politikada keskin U dönüşleri yapmaya başladılar ama bunun getirisi ne kadar olacak henüz belli değil.
   Yeni politikalar elbette turizm sektörümüzü ve dolayısı ile ekonomimizi biraz canlandıracaktır. Ama benim burada bahsetmek istediğim öteden beri süregelen temel yanlışlıklardır. Bu yanlışlık veya eksiklikleri daha somut anlatabilmem için 1970 yılında staj yapmak için gittiğim Londra'da gördüklerimi aktarmak istiyorum. Gerçi siz o yıllardan sonra çok şeyin değiştiğini düşünebilirsiniz ama emin olun pek bir şey değişmedi. Nitekim o yıldan sonra gittiğim ziyaretlerde de maalesef ben bunu görüyorum.
    Student's Hostel denilen, genellikle yabancı öğrencilerin kaldığı oldukça büyük bir öğrenci yurduna gitmiştim. Yurdun kantininde ve oturma salonlarındaki turizm posterleri dikkatimi çekmişti. Her ülke kendilerini tanıtmak ve turist çekmek için güzel posterler asmış. Ben hemen bizimkileri aradım. Bir süre arandıktan sonra nihayet bulabildim. Zira, hem sayıları az hemde küçük boyda idiler.
   Topu topu üç tane idiler. Ama ülkemizde bu kadar güzel tarihi ve turistik yer varken, gördüğüm posterler beni hayal kırıklığına uğrattı ve de üzüldüm.
   Posterlerden birinde deve güreşi var. Ortada iki deve tozu dumana katarak güreşiyorlar. Etraflarındaki köylüler de onları seyrediyorlar. ''Yahu ülkemiz Arabistan mı? Zaten adamlar bizi Araplarla karıştırıyor, bu posterlerle mi turist çekeceğiz'' diye söylendim.
   Diğer iki postere gelince; birisinde tarih kitaplarında gördüğümüz Alpaslan'ın miğferli bir resmi; diğerinde de ''Kapıkule'den Giriş'' yazıyor ve etrafta bir kaç barakadan başka bir görüntü yok.
   Böyle dandik posterlerle tanıtım olur mu; bunları gören turist gelecekse de vazgeçer diye de düşünmedim değil!
   Bunu şunu vurgulamak için anlattım: Biz kendimizi dünyaya doğru dürüst tanıtamıyoruz. Sonra da başkalarını suçlayarak işin içinden sıyrılmaya çalışıyoruz. Halbuki diğer ülkeler turizm için büyük  paralar harcıyorlar. Kaz gelecek yerden tavuk esirgemiyorlar. Bunun en iyi örneği Mısır'dır.
    Bilindiği gibi Mısır'ın ekonomisinin en önemli kaynağı turizmdir. Turizm olmasa neredeyse batacaklar. Mısır'daki terör olayları da bizden çok daha fazladır. Üstelik Mısır bizden daha temiz ve güvenli bir ülke de değildir. Ama buna rağmen Mısır'a turist akını sürmekte ve Mısır turizmden çuvallarla para kazanmaktadır.
   Peki, bu nasıl olmaktadır? Şöyle olmaktadır: Turizme büyük önem veren Mısır, ülkenin tanıtımı için uluslararası büyük tanıtım şirketlerine epeyce para akıtıyor. Kaz gelecek yerden tavuğu esirgemiyor. Hatta kazandığı paraların yanında harcadığı para tavuk bile değil, tavuk yumurtası!
   Biliyorsunuz, 17 Kasım 1997 tarihinde Mısır'ın ünlü turizm merkezi Luxor'da bir terör saldırısı sonucu 59 turist hayatını kaybetmişti. Olaydan sonra Mısır'a turist akını bıçak gibi kesilmişti. Olaydan sadece bir yıl sonra, yani 1998'de Mısır'a gittiğimde; turist akınının tekrar ve eskisinden de fazla başladığını gözlerimle gördüm.
   Demek ki bu iş istenirse ve nasıl yapılacağı bilinirse, oluyormuş! Terör merör bahane!
   Amerika’yı yeniden keşfe gerek yok; ortada Mısır örneği canlı canlı duruyor. Hiç bir şey bilmiyorsak ağlaşmayı bırakıp Mısırlıların nasıl başardığına bakalım! Ve örnek alalım!
 
 
                                                                                                                                                   l