Bürokrasi, modern devletlerin can damarıdır. Ancak bürokrasinin asıl amacı olan halka hizmet etmek, zamanla yerini içe dönük bir güç oyununa bırakmış durumda. Bugün, devletin hizmetine adanmış memurlar, gücün gölgesinde eziliyor; amirlerinin keyfi uygulamaları karşısında sessizliğe mahkum ediliyorlar.

Memurlar, devletin sıradan birer dişlisi değildir. Onlar, halkla devlet arasında köprü olan, kamu hizmetini sürdüren temel yapı taşlarıdır. Ancak ne yazık ki, otorite sahibi amirler bu ilişkiyi çoğu zaman bir güç ve kontrol meselesi olarak görüyor. Bu anlayış, gücü hizmet için değil, baskı aracı olarak kullanma hastalığını doğuruyor. Yani başka bir deyişle, "güç zehirlenmesi."

Gücü Yanlış Kullanan Amirler
Amirlerin bir kısmı, yetkiyi bir liderlik vasfı olarak görmektense, bir tahakküm aracı olarak kullanıyor. Herhangi bir memur, bir görevi layıkıyla yerine getirse bile, sırf “amir” olduğu için onu aşağılayan, hakir gören ve adeta psikolojik bir savaş açan üst yöneticiler var. Oysa yetki, çalışanları ezmek için değil, onları daha iyi bir noktaya taşımak için vardır. Ne yazık ki, bürokrasi içinde bazı amirler bu sorumluluğu unutur ve memurları adeta birer piyona çevirir.

Bu baskı, sadece bireysel bir rahatsızlık yaratmıyor. Tüm sistemin ruhunu çürütüyor. Çalışanların moralini, motivasyonunu ve verimliliğini baltalıyor. Üretkenliği düşüren, çalışma ortamını zehirleyen bu davranışlar, yalnızca bugünü değil, geleceği de etkiliyor.

Memurun Sessizliği: Bir Zulüm Döngüsü
Memurlar, çoğu zaman bu haksızlığa boyun eğmek zorunda kalıyor. Neden mi? Çünkü sistem onlara sessiz kalmayı öğretiyor. Karşı çıktıklarında cezalandırılabileceklerini, kariyerlerinde ilerleme şanslarının ellerinden alınabileceğini biliyorlar. Böylece bu sessizlik, gücü kötüye kullanan amirlerin daha da güçlenmesine ve rahatça baskı kurabilmelerine olanak tanıyor.

Ancak unutulmamalıdır ki, sessiz kalan sadece kendine zarar vermez; sessizlik, bu çarpık düzenin devamını sağlar. Sessiz kalan her memur, bu düzenin bir sonraki kurbanına dönüşür. Bu döngü kırılmadıkça, baskı altındaki çalışanlar her geçen gün daha da yıpranacak, çalışma hayatı ve kamu hizmeti kalitesi daha da kötüye gidecektir.

Adaletli Bir Çalışma Düzeni Mümkün
Bu çarpık düzenin değişmesi için ne yapılabilir? İlk olarak, memurların haklarını savunabilecekleri şeffaf bir mekanizma oluşturulmalı. Amirlerin keyfi uygulamalarına karşı yasal haklar tanınmalı ve bu haklar açıkça korunmalı. Ayrıca, geri bildirim sistemleri güçlendirilerek amirlerin de performanslarının değerlendirilmesi sağlanmalıdır. Kimsenin mutlak güç sahibi olmadığını göstermek, hem memurların hem de amirlerin sorumluluk bilinciyle hareket etmelerini sağlayacaktır.

Güç zehirlenmesinin panzehiri, adalettir. Amirlerin birer “otorite figürü” değil, “yol gösterici liderler” olmaları gerekiyor. Liderlik, baskı kurarak değil, rehberlik ederek kazanılır. Çalışanların özgüvenli, üretken ve kendini değerli hissettiği bir sistem yaratılmadan, kamu hizmeti kalitesinde iyileşme beklemek boş bir hayalden öteye geçemez.

Sessizlik Zarar Verir
Sonuç olarak, memurların baskıya boyun eğmeleri sadece bireysel bir sorun değil, toplumsal bir meseledir. Eğer bu durum düzeltilmezse, bürokrasi içindeki zehirli düzen gelecekte daha büyük sorunların kapısını aralayacaktır. Bu düzeni değiştirmek, sadece amirlerin değil, her çalışanın sorumluluğudur. Çünkü sessiz kalmak, baskının devam etmesine göz yummak demektir.

Artık amirlerin, güçlerini nasıl kullandıklarını sorgulama vakti geldi. Adaletli, şeffaf ve insan odaklı bir çalışma düzeni yaratmak, hem memurlar hem de vatandaşlar için daha sağlıklı bir toplum inşa etmenin ilk adımı olacaktır.