Alak, Kalem, Müzzemmil ve Müddessir Sureleri birbirinin devamı olduğundan dolayı nüzul sebepleri de aynıdır. Bu sureler, Peygamber’in görevi konusunda eğitilmesi, davet için hazır hale gelebilmesi ve müşrik yönetici kadroya karşı mücadele edebilmesi için indirilmiştir. Bu nedenle, Peygamber, bu sureleri hiç kimseye anlatmamış ve hiç kimseye de kendisinin Allah’ın elçisi olduğunu söylememiştir. Muhammed Peygamber Müddessir Suresi ile eğitimi ve öğretimi devam etmekte iken ilk kez bu sure ile Allah’ın elçisi olduğunu ilan etmiş ve insanları İslam’a davet etmeye başlamıştır.
Bu surenin 1 ve 2. ayetlerinde Allah, Peygamber’e “Kalk ve uyar” emrini vermiş, insanları kime davet edeceğiniyse hemen 3.ayette “Ve hemen Rabbinin en büyük olduğunu ilân et,” diyerek bildirmiştir. “En büyük Rabbin” kim olduğunu da “Fatiha” (açılış, açmak ) Suresi ile insanlara açıklayarak davetini sürdürmesini emretmiştir.
Müddessir Suresi’nin 2. ayetinden sonra Fatiha Suresi’nin gelmesi konu bütünlüğüne uygun düştüğü gibi 3. ayetindeki “En büyük Rabbin” kim olduğu sorusuna bir cevap verilmesi ihtiyacın hissedilmesindendir. Nitekim Fatiha’da bu soruya “Alemlerin yaratıcı Rabbi Allah” cevabı verilmiştir. Artık biliyoruz ki, Kuran, hem açıklanan hem de kendi kendini açıklayan bir kitaptır. Kuran ruhunu muhataplarına bu şekilde açar. Konumuza dönelim.
PEYGAMBER NASIL BİR “ALLAH’A –RABBE” DAVET ETMEKTE
Peygamber, Mekke’de Safa Tepesi’ne çıkar ve insanları çağırır, insanlar da Muhammed’in bu çağrısına karşı orada toplanırlar. Ve Muhammed Peygamber 
“Yarattığı bütün canlılara nimet veren, yarattıklarına çok merhametli Allah adına: “Tüm övgüler, âlemlerin Rabbi, yarattığı bütün canlılara nimet veren, yarattıklarına çok merhametli olan, herkesin iyi ya da kötü yaptığı tüm edim ve eylemlerin karşılığını göreceği âhiret gününün sahibi, yöneticisi Allah’adır; Allah dışında kimse övgüye layık değildir. Yalnız Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden yardım isteriz. Bize, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru yolu göster, bildir!” diye uyarır.(Fatiha) 
Bu şekilde inanca sahip kimseler kendi yapıp ettiklerinin yanlarına kâr kalmayacağı bilinciyle hareket ederler. Gerek özel ve ailevî hayatlarını, gerekse sosyal davranışlarını dünyanın çekiciliğine ve aldatıcılığına kapılmadan ahireti düşünerek düzenlerler. 
Alak Suresi’nden bu sureye kadar sürekli ahiret inancı ve sosyal destek üzerinde durulmaktadır. Bilindiği gibi, ahirete iman, insanın bir ödül ve ceza gününün varlığını kabul edip bu dünyada işlediklerinden dolayı Allah’ın huzurunda sorguya çekileceğine inanması demektir. Bu din hayatta yaşanacak doğruluk, dürüstlük  ve sosyal bir adalet dinidir.
PİSLİĞE (ŞİRKE) BULAŞMA YAPTIĞIN İYİLİĞİ BAŞA KALKMA
Peygamberin ahlakı yönden eğitimi öğretimi devam etmektedir.“Kişiliğini lekeleme; temiz tut, şaibeden hemen uzaklaş, pisliği hemen uzaklaştır, yaptığın iyiliği çok bularak başa kakma! Ve yalnız Rabbin için sabret!.(4-7) tavsiyesi yapılmaktadır.
ALEMLERİN YARATICI RABBİNDEN BAŞKA RABBLER EDİNENLER.
Allah, Elçisi olan Muhammed Peygamber’e, insanları ilk olarak “Alemlerin yaratıcı Rabb’ı olan Allah’a” davet etmesini emretmektedir. “Rabb” sözcüğünün ne anlama geldiğini Teybin’ül Kuran’dan okuyalım: “İşte Hz Muhammed, Mekkeli müşriklere (ortak koşucu Araplara) Safa Tepesi’nde ‘Ey Mekkeliler! “Hamd / övgü, alemlerin Rabbı’na’ deyince şaşırdılar. Ebu Leheb, tıpkı Firavun gibi tepki gösterdi. Çünkü, Ebu Leheb, köleleri, serveti ve çok çocuğu olan, kendini Rab /seyyid olarak gören biriydi. İleri gelen Mekkeli müşrikler de kendilerini Rab görüyorlardı. Örneğin Ebu Cehil kendisini Kabe’nin kerimi (herkese yardım eden, cömert, Rab/seyyid) olarak görüyordu. “Alemlerin Allah’ı” şeklindeki bir hitap onları bu kadar şaşırtmazdı Çünkü Mekkeli müşriklerin zihinlerin de bir Allah kavramı vardı ve Allah’ın varlığı hakkında hiçbir zaman kuşku duymamışlardı.
Ancak, düşündükleri ve inandıkları Allah’a doğrudan değil, aracılar vasıtasıyla ulaşabileceğine inanıyorlardı. Bu vasıtalarda, o gün için kutsallaştırdıkları nesneler, kişiler ve şekillerdi/putlardı. Kendileri de, Allah’a ulaşmada vasıta olduklarına inandıkları putların koruyucuları ve hükmettikleri insanların Allah adına, Kerimi yani yardım edeni, seyidi yani Rableri idiler.  
Nitekim, Firavun da Allah’ı inkar etmiyordu. Allah’ı yaratıcı güç olarak kabul ediyordu. Ama, Rab olarak kendisini ‘En yüce Rab’ olduğunu sanıyordu. Onun için Musa ‘Biz alemlerin rabbinin elçisiyiz’ deyince aptallaşmış, şaşırmış ve hemen  ‘Alemlerin Rabbi dediğin de ne demek?’ diye, Musa’ya tepki göstermişti. Eğer Musa ‘Biz Allahın elçileriyiz’ deseydi, Firavun, o kadar şaşırmayacaktı. Çünkü yaratıcı güç olarak bir Allah lafzı ona çok ters gelmeyebilecekti.”
Ayette devamla en büyük rabbin yaratıcı rab olduğunu bilerek inkar edenlerin nasıl nankör oldukları. “…Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler için hiç de kolay değildir.(Müddessir -,10) “Tek olarak yarattığım, kendisine hesapsız bir mal verdiğim, şâhitler olarak oğullar verdiğim, kendisi için alabildiğine imkânlar döşediğim kişiyi benimle baş başa bırak! (11,14) “Tüm bunlardan sonra hırs ile Benim daha da arttırmamı istiyor” (15) sergilenmektedir. Bu ayetleri bilerek inkar eden müşrik karakteristik tiplerden bir tanesi örnek gösterilmektedir. Bu kişinin tekrar tekrar düşündüğünü sonra yüzünü buruşturduğu ve bu sözlerin/ayetlerin bir beşer sözü olduğu vurgusunu yapmakta olduğu anlatılmaktadır.
 “Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Şüphesiz o, Bizim âyetlerimize/ alâmetlerimize/ göstergelerimize karşı bir inatçı kesildi.” “Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım.”( 16-17-) - “Şüphesiz o, düşündü ve ölçü koydu. –Artık o mahvoldu. Nasıl bir ölçü koydu! Yine o mahvoldu. Nasıl bir ölçü koydu!– Sonra baktı. Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı. Sonra, arkasını döndü ve böbürlendi de: “Bu, söylenti hâlinde gelen bir büyüden başka bir şey değil. Bu, beşer sözünden başka bir şey değil” dedi. (Müddessir -,18,25)