Değerli okuyucular, görüyorsunuz şimdilerde televizyonlar bile, karantina nedeniyle, dizilerin veya eğlence programlarının yeni bölümlerini çekemedikleri için eskileri gösteriyorlar. Ben de bu modaya uymak zorunda kalarak eski defterleri karıştırıyorum. Zaten koronadan başka gündem de yok. Varsa yoksa Korona..
    Bildiğiniz gibi, Anılarla Madencilik isimli kitaptan alıntılar yaparak Madenci Öyküler başlığı ile üç bölümlük bir yazı dizisi yazmıştım. Şimdi de Eşekten Uçağa isimli kitabımdan bir alıntı yapıyorum.
   Başlığa bakıp da ''Gülerken üzülünür müymüş!'' demeyin. Aşağıdaki hikayemi okuyunca bana hak vereceksiniz.
    Lisede okuduğum yıllarda, yani 1960'lı yılların ortalarında, o zamanki ismiyle Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi Kilimli Bölümü, Sosyal Bakım Servisinde işçi olarak çalışıyordum. Şimdi işçi yurdu dediğimiz tesislere o zamanlar ''İşçi pavyonları'' deniliyordu. Benim görev unvanım da ''Pavyon hademesi'' idi, yani bu günkü ismiyle temizlik görevlisi..
   Çalıştığım Sosyal Bakım Servisinde 16 tane işçi yurdu vardı. Bunların her biri ortalama 150 kişi kapasiteli idi. O zaman daha oda sistemine geçilmediği için bu binalar tek gözlü bir hangar gibiydi. İçinde ortalama 75 ranza yan yana dizilmişti. Bazıları kaloriferli idi, bazılarında ise büyük bir soba bulunmaktaydı.
   Yatan işçiler vardiya esasına göre yurtlara taksim ediliyordu. Yani bir yurtta aynı vardiyada çalışan işçiler yatırılıyordu. İşçiler hep beraber geliyorlar, hep beraber gidiyorlardı.
   Benim gibi hem öğrenci hem işçi olarak çalışan birkaç arkadaşım daha vardı. Bizi genellikle işçisi ocakta olan boş yurtlarda, ve genellikle de 16.00 - 24.00 vardiyasında görevlendiriyorlardı. Biz de bu sayede boş yurdun boş ranzalarında ders çalışma imkanı buluyorduk. Bizim görevimiz işte bu yurtları beklemek, süpürmek ve sobalı ise sobayı yakmaktan ibaretti.
   Bu yurtlarda görevli iken yaşadığım, hatırladığım zamanlarda gülerken üzüldüğüm iki anımı burada sizlerle paylaşmak istiyorum.
 
   Birinci anım şöyle:
   O zamanlar işçileri gruplu (dönüşümlü) çalıştırma sistemi vardı. Bir grup işçi çalışırken diğer grup köyde dinlenirdi. Her ayın başında gruplar yer değişirdi.
   Yurtlarda dolap falan yoktu. Köyden gelen yeni grup iş elbisesini aldıktan sonra kendi elbisesini hamam denilen duş binasındaki dolaplarına koyardı. Bazı ufak tefek şeylerini de yurttaki yastıklarının altında saklarlardı. Örneğin; gelirken annelerinin veya eşlerinin verdiği yumurta, pişmiş tavuk, börek veya meyve gibi şeyler..
   Şu an bile üzüntüyle hatırladığım bir gençlik hergeleliğini, şeytana uyarak (Şeytanın ne suçu varsa!..) yaptık. Ama bu bir defa oldu.
   Yine bir grup değişimi idi. İşçiler köyden yeni gelmiş ve ilk günkü vardiyalarına gitmişlerdi. Biz de birkaç arkadaş boş yurtta gevezelik ederken bir yastığın biraz kabarık durduğunu fark ettik. Merak edip altına baktığımızda, bir mendile sarılı kızarmış tavuk ve börek bulduk. Herhalde karnımız da açtı ki, aklımıza bir fırlamalık geldi ve şunu yiyelim de işçiye bir sürpriz olsun dedik!
   Tavukla böreği bir güzel yedik. Yedik ama iş burada kalmadı.. Bir de tavuğun kemiklerini tekrar mendile sarıp yastığın altına yerleştirdik!
   Tabii o an gülmekten kırıldık ama ilerleyen zamanlarda bunu yaptığımıza çok üzüldüm; tıpkı şu anda da olduğu gibi! Belki o işçi yeni evliydi ve karısı ona hediye olarak yolluk yapmıştı, veya anacığı oğluna bir jest yapmıştı.
   Bir de zavallı işçi dünyanın en zorlu işinde ocakta çalışırken, dışarıya çıkınca yiyeceği lezzetli bir yemeğin hayalini kuruyordu mutlaka. Ama yastığı kaldırdığı zaman, hele mendili açtığı zaman uğradığı hayal kırıklığını düşünebiliyor musunuz? Kesin bize hayır dualar okumuştur! Ama biz de bunu sonuna kadar hak ettik doğrusu!
 
   İkinci anım ise şuydu:
   Sosyal bakım tesislerinde bizleri denetleyen amirlerimize ''kontrol'' denirdi. B.G. isminde bir kontrolümüz vardı. Okuma yazma bilmezdi ama nasılsa kontrol olmuştu. Okuma yazma bilmediği için de vardiya sonlarında raporlarını başkalarına yazdırır, kendisi sadece imzalardı.
   Benim uykum çok ağırdır. Bir kere uyuduktan sonra top atsanız uyanamam. Hatta orta okul yıllarımda, tatil için geldiğim köyümde bir harman bekleme hikayem var ki, bayağı komik.
   Bizim köyde hırsızlık olayı olmamasına rağmen; harman zamanı, yine de bir kişi harman yerindeki ürün ve malzemeleri korumak için gece harmanda yatardı. Bu işi ben severek yapardım.
    Bir akşam yine, harmanın hemen yakınındaki köy kahvesinden arkadaşlarımdan önce çıkıp harmandaki yatağıma yatmıştım. Sabah uyandığımda güneş epey yükselmiş, millet harman dövmeye başlamıştı bile.. Fakat o da ne? Ben bizim harmanda değilim! Bizim harmana 50 m. mesafedeki komşunun harmanındayım! Millet bana bakıp gülüyor!
   Uzatmayalım; kahveden benden sonra çıkan arkadaşlar muziplik yapmışlar; beni yatağımla beraber öbür harmana taşımışlar! Güya ben harmanı bekliyordum; adamlar beni alıp götürmüşler haberim yok!
   Neyse, konuya dönüyorum. Yine böyle boş bir yurtta ve boş bir ranzada uyuyakaldığım bir sırada, kolumdan saatim alınmış ve haberim olmamıştı. Uyanınca çok şaşırmıştım ama kimseye de bir şey diyemiyorum. Çünkü iş başında uyuduğum için suçlu olduğum gibi, ayrıca rezil de olacağım. Öyle ya, biz hırsızlık olmasın diye pavyonu beklerken kendimiz soyulmuşuz farkında değiliz!
   Ama bunu kimin yaptığı konusunda bir fikrim vardı. Bunu muhtemelen kontrol B.G. yapmıştı. Çünkü ertesi akşam,''Yahu senin kolunda saat vardı ona ne oldu?'' diye sordu. Ben kaybettiğimi söyleyince, ''Kaça almıştın?'' sorusunu sorup saatin değerini öğrenmeye çalıştığını görünce onun aldığını düşündüm.
    Ama sen aldın da diyemiyorum çünkü adamı hırsızlıkla itham edip suçumu bir iken iki yapacaktım! Fakat bu bana çok koymuştu. Ne yapıp edip intikamımı almalıydım.
   Beklediğim gün nihayet geldi. Bir gün, vardiya sonunda B.G. raporunu bana yazdırmak istedi. Güya o söyledi ben yazdım. Ama aslında ben onun söylediklerini değil, planladığım senaryoyu yazdım. Yazdığım rapor şöyleydi: ''Pavyon Amirliğine; Vardiyamda herhangi bir vukuat yoktur. Ancak, şahsen ben işe sık sık geç geldiğim ve iş başında uyuma alışkanlığım olduğu için, haram para kazandığımı düşünerek vicdanen rahatsızlık duymaktayım. Vicdanen rahatlayabilmem için şahsıma iki yevmiye tutarı ceza yapılmasını arz ederim. ''
   Tabi B.G. bunu bir güzel imzaladı. Cezayı da yedi! Nedense bana hiçbir şey de söylemedi.
   Şimdi ise içimde küçük de olsa beni üzen bir şüphe var; ya saati o almadıysa!