Onurun, vefanın ve asaletin göstergesi olan o ünlü hikâyeciği bilmeyenimiz yoktur.

 

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, oğlunun geleceğini ülkesinin geleceğinden sonra düşündüğü için, oğlunu (Can Yücel’i) ‘torpil yaptı derler’ diye yurt dışına göndermez.

Hasan Ali Yücel, oğlunun arkadaşına ”Sen gidebilirsin yurt dışına” der ki O,  Can Yücel’in arkadaşı, dünya çapında ünlenecek olan beyin cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil’dir.

 

Bugünkü pişkinliğe bakar mısınız?

Çocukları yolsuzluk iddiaları ile tutuklanan bakanlar, istifa etmeyi akıllarından bile geçirmiyor.

 

Hasan Ali Yücel yaşıyor olsaydı ve oğlu bir yolsuzluk iddiasıyla tutuklansaydı, (Bu olası mı,  ayrı konu) nasıl davranırdı acaba diye düşünmekten kendimi alamadım.

Hiç kuşkum yok ki, derhal istifa eder ve gerçeğin ortaya çıkması için çalışırdı.

 

Hasan Ali Yücellerin asil tutumlarını belirleyen, cumhuriyet ikliminin oluşturduğu kültürdür.

Günümüz bakanlarının tavrını belirleyen ise, cemaat ikliminin kültürüdür.

 

Sözü fazla uzatmadan Nazım Hikmet’in 1951’de yazdığı şiirle bitirelim yazımızı.

 

EN MÜHİM MESELE

Toprak doyurası gözleri doymuyor

çok çok para kazanmak istiyorlar:

öldürmemiz, ölmemiz lazım geliyor

çok çok para kazanmaları için.

 

Elbet de aşikâre söylemiyorlar bunu:

renk renk fener asmışlar kuru dallara,

yalanları salmışlar yollara,

hepsinin de kuyruğu telli pullu.

 

Davullar dövülüyor pazar yerinde

çadırlarda kaplan adam, deniz kızı, kesik baş,

pembe donlu cambazlar tellerin üzerinde

hepsinin de yüzü gözü boyalı.

 

Aldanıp aldanmamak,

           İşte mesele.

Aldanmazsak; varız!

Aldanırsak: yok!