Duyularımız tarafından algılanan her şey zamanı geldiğinde kullanılmak üzere beyine depolanır. İnsanın beyninde gerçekleşen bu çok hassas işleme hafıza denir. Beyin zaman, zaman kendi içinde düzenlemeler yapar ve güncelliğini yitiren veya yok etmek istediği bazı bilgileri siler bunun adı unutmaktır. Bazen geçmişin izleri başkaları tarafından da silinmek istenir. Oysa dünyada var olan her şeyin dünü, bugünü olduğu gibi elbette yarını da olacaktır. Kentlerinde kendilerine özgü hafızaları vardır, günümüze ulaşan izler, çeşitli belgeler ve kentle özdeşleşmiş simgeler kent hafızasının birer parçasıdır. Kentler bu yüzden iyi korunmalıdır, kentleri korumak, aslında kentleri yaşatmaktır. Ancak kentler çeşitli nedenlerden ötürü yeterince korunamaz. Korumacılık önünde en büyük sorun kentlerin plansız büyümesi ve büyümek isterken ‘Toprak Rantı’ açığa çıkarmasıdır, kısaca Toprak Rantı korumacılık önünde en büyük engeldir.
Kentler, üzerinde bulundukları doğa, iklim, göç yolunda olmak veya deniz, nehir kenarında bulunmaktan etkilenir. Tıpkı dağda, ovada, çölde veya vahada kurulmaktan etkilendiği gibi! Farklılıklar kentleri birbirinden ayırır ve ayrı birer kimlik kazandırır, yalnız bunlar değil elbette, kentleri kuranların düşleri, erişilen sosyal-kültürel yapı ve kentlerin ulaştığı ekonomik düzeyler kent kimliğinin oluşmasına etki eder. Kent kimlikleri öyle kolaycacık oluşmaz, tarihsel bir süreç gerekir. Londra, Paris’ten, San Francisco, Chicago’dan, Moskova, Petersburg tan, İzmir, Muş'tan ve İstanbul her yerden bu nedenle farklıdır. Kentlerin gelişmişlikleri ve geri kalmışlıkları zaman içinde değişebilir ama kimlikleri asla değişmez. Zorla değiştirmeye kalkarsanız kentin ruhu ölür, geriye kalanlar o kenti bir daha canlandırmaya yetmez.
Elbette kentlerin de belli bir ömrü vardır ve her kentte eskiyen ve yenilenmesi gereken yapılar olabilir. Bunları en uygun zamanda, belli bir plan çerçevesinde onarımı yapılabilir, onarımı olanaksız olanlar gözden çıkarılabilir. Böyle yapılıyor diye kimse fazla laf söz etmez, üstelik onları da alkışlayanlar çıkabilir. Ancak, kentleri kent estetiğinden yoksun olarak yeniden tasarlamak kent hafızasını yorar Geçmişle ilgili izlerin yok olmasına, bilgilerin karışmasına ve kuşaklar arasındaki bağların kopmasına neden olur. Zaten son zamanlarda kentlerde yükselen beton bloklar ve onlara verilen yabancı adlar bu başkalaşımı fazlasıyla yapmaktadır. Oysa korumacılık aslında sadece tarihi kentlere özgü bir kavram değildir, dünyada yenileşirken kuruluş, kurtuluş, hatta Hiroşima, Berlin gibi yok ediliş izlerini anıtsal yapı titizliğinde koruyan kentler de vardır, üstelik dünyada sadece tarihi kentler korunmaz!
Dünyada korumacılığın pek çok türü vardır, örneğin ABD, İspanya Savaşından bu yana donanmasında görev yapan savaş gemilerini korumakta ve genç nesillere gururla göstermektedir. Sheffield, çeliğin modern anlamda üretildiği ilk kenttir ve Kraliçe Victoria döneminde 1893 yılında 'Şerefli Şehir' unvanı verilmiş ve korunmaya alınmıştır. Almanya'nın Ramsbeck kasabasında bulunan ve ilk çağlardan beri bilinen en eski kurşun-çinko madeni bugün özenle korunmaktadır. Sanayi Devriminin başladığı İngiltere'nin Yorkshire, Almanya'nın Ruhr bölgelerinde bulunan birçok eski işçi evine kimse dokunamaz. Bugün o evler ve o evlerdeki eski yaşam tarzlarına yönelik birçok akademik çalışma yapılmakta, doktora ve tez konusu olarak tekrar, tekrar ele alınmaktadır. Meksika’nın Monterroy kentinde bulunan ve ülkenin en eski demir çelik fabrikaları olan yapı toplulukları ‘Fondidora Teknolojik Park’ adıyla yeniden düzenlenmiş ve gelecek nesillere bırakılmıştır. Kavala’da bulunan ve Osmanlıdan kalan eski tütün fabrikası ve fabrikada bulunan tütün sarma makineleri bugün özenle korunmaktadır.
Bizler korumacılığa ne kadar önem veriyoruz, elbette özen gösteriyoruz ancak itina ile koruduklarımız kadar, koruyamadığımız şeyler de var. Örneğin Anadolu’nun dört bir yanından fışkıran tarihi zenginlikleri yeterince koruyamadık, koruyamıyoruz. Tıpkı YAVUZ zırhlısını, Sarayburnu'nun o eşsiz siluetini, İlimizin ve Belediyemizin logosu olan ülkemizin ilk yüksek fırını Fatma’yı bir anıt olarak düşünüp koruyamadığımız gibi! Elinizdeki değerleri özenle korumazsanız, gelecek nesillere bunu anlatamazsınız. Safranbolu Kent Müzesi kurulduğunda çok sevinmiş, ailemden kalan birçok objeyi müzeye ulaştırması için İl Kültür Müdürlüğüne vermiştim. Müzenin girişinde bulunan ve müzeye katkı sunan isimlerin yer aldığı plakada kendi ismimin olmadığını görünce bir anlam verememiş üzülmüştüm. Durumu kaymakamlığa iletmiş oradan aldığım yanıt, içimi daha çok acıtmıştı. Hala bu küçük eksikliğin giderilmemiş olmamasına bir anlam veremiyorum. Sonuç olarak kentlerde imar çalışmaları yapılırken kent kimliklerine özen gösterilmesini diliyor ve sözlerimi bir Çerkez Atasözü ile son veriyorum ‘Geçmişi olmayanın, geleceği yoktur’ umarım bu sözden çıkarılacak dersler çoktur…
NOT: Değerli insan, büyük Zonguldak sevdalısı, Sayın Ekrem Murat Zaman uzun bir süre önce yukarıdaki fotoğrafı paylaşmıştı. Ben de bir makalemi benzer anlamda olan bir Çerkez atasözü ile bitirmiştim. Yukarıda ki fotoğraftaki pankartta ''HAFIZASI OLMAYAN BİR HALKIN; GELECEĞİ OLMAZ'' yazıyor! Ben bu fotoğraftaki pankartı önemsiyor ve bir kez daha makalemi, paylaşmak istiyorum...