Muhammed Peygamber’in hayatını Kuran ışığında anlatmaya devam ediyorum. Süreç uzun bir maratona benziyor. Bu nedenle okuyucunun konu bütünlüğünü kaçırmaması için, tüm yazılarımda olduğu gibi bir önceki yazımdan kısa bir özet sunarak devam edeceğim yine. Tekrara düştüğümü düşünen okurlarımdan özür diliyorum.
Allah Mekke’nin yozlaşmış toplumundan Muhammed’i, peygamber olarak seçti. Onu hem peygamberlik konusunda eğitmek hem de Mekke’nin müşrik yönetici kadrosu ile mücadele edebilecek konumuna getirmek için Alak, Kalem ve Müzzemmil surelerini indirdi. Bu sureler ile ileride karışılacağı olayları ve zorlukları kendisine haber vererek davete hazır hale getirdi.
Müddessir Suresi ile de Muhammed Peygamber, halkı Safa Tepesi’nde topladı ve en büyük Rabb’in Alemlerin Rabbi Allah olduğunu, ancak ona kulluk edilip ondan yardım isteneceği bilgisini açıklayarak insanları Allaha’a davet etti. Bu daveti dinleyenler arasında bulunan yönetici kadro şaşkına döndü. Peygamber’in amcası Ebu Lehep adeta kudurdu ve Peygamber’e “Kahrolası bizi buraya bunun için mi çağırdın” diyerek sözlü hakaretler yaptı. Fiil olarak da attığı bir taş ile Peygamber’in ayağını kanattı.
Bu olay üzerine Tebbet Süresi indi. Peygamber’in o zamana kadar ki eğitim ve öğretimi şimdi ise tek tek karşısına fiili olarak gelmeye başladı. Muhammed henüz daha peygamber olmadan önce Mekke’nin yönetici kadrosu onu ahlakı, dürüstlüğü ve zihinsel sağlığıyla efsaneleştirmişti. Buna rağmen hem Mekke’nin yönetici kadrosu, hem de Ebu Leheb ve karısı peygamberin ahlaki ve kişiliğine karşı çirkin, iftira dolu propaganda yapmaktaydı.
Ebu Leheb’in ve karısının yapmakta oldukları çirkin hareketler hem Muhammed Peygamber’i üzüyor hem de başka insanların kafasını bulandırıyordu. Bununla da yetinmeyerek çarşıda, pazarda onu takip ve taciz ediyorlar, peygamberimizin görevini engellemek, karalayıp ortadan kaldırmak için uğraşıyorlardı. Bir önceki yazımda bunları anlatmıştım.
Mekke’nin ileri gelen yöneticileri bölgenin politik, ekonomik ve dinsel konumunu değiştirecek en küçük bir davranışa tahammül edemiyordu. Bu yönetici kadro ortak koşucu (şirk) geleneğe ve atalarının dinine sıkı sıkıya bağlıydı ve bu nedenle de atalarının dinini koruyup kolluyorlardı. Rabbimiz Ebu Leheb’in şahsında bize bu tip yalanlayıcıların akıbetinin, mallarının ve teşkilâtlarının bu davaya zarar veremeyeceğini bildirdi.
Ama bir de Ebu Leheb ve onun gibilerin bulandırdığı akıllar vardı. Allah, Tekvir Suresi ile Peygamber için yapılan çirkin ve asılsız iftiraların gerçek olmadığını ortaya koydu. Akılları din düşmanları tarafından bulandırılmış bu türdeki insanların tereddütlerini giderdi ve gerekli uyarıları yaparak öğütler verdi. Ebu Leheb ve teşkilâtı tarafından oluşturulmaya çalışılan kötü kanaatleri bertaraf etmek için Kuran’ın mucizevî niteliklerini gösterdi ve elçisinin kendi katındaki konumunu açıkladı. Tekvir Suresi ile hem Peygamberimizi teselli etmeyi hem de etrafındaki bir avuç Müslüman’ın maneviyatını yükseltmeyi amaçlıyordu.
“Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar bulandığında, dağlar yürütüldüğünde, çıkarlar ve en iyi gelir kaynakları işe yaramaz olduklarında, canlılar yaratılış özelliklerini yitirdiklerinde, denizler kaynatıldığında, insanlar inanç ve amellerine göre gruplandığında.” (Tekvir 1-6) Böyle bir korkunç kıyamet sahnesi olduğunda o çağdaki insanların en çok değer verdiği gebe develerini terk edecekleri anlatılıyordu. Bu çağdaki insanların en çok değer verdiği fabrikalar, bankalar, gemiler, son model araçlar gibi benzeri mallarını bırakıp kaçacağı, yani işe yaramaz durumda olacağı duyuruluyordu.
“Surenin ilk altı ayetinde kıyametin ilk aşamaları anlatıldı. Bu ilk aşamaların nasıl gerçekleşeceğiyle ilgili olarak farklı disiplinlerdeki bilim insanlarına birçok teori geliştirilmiştir. Bu teorilerin öngördüğü aşamalar birbirinden farklı da olsa, gerçekleşeceğini düşündükleri son, ayetlerde açıklandığı gibi her şeyin normal akışından çıkacağı, evrenin düzeninin bozulacağı, kısaca kıyametin kopacağı şeklindedir. Bu teoriler henüz birer öngörü mahiyetinde oldukları için daha fazla açıklanmalarına gerek yoktur. Belirtilmesi gereken en önemli yanları, Kur’an’ın bildirdiği kaçınılmaz sonun hepsi tarafından da kabul ediliyor olmasıdır.” (Tebyin)
KIZ ÇOCUKLARINI TOPRAĞA GÖMENLER.
”İnim inim inletilenlere, ‘hangi günahtan dolayı öldürüldüğü/hayatı mahvedildiği’ sorulduğunda, amel defterleri açılıp yayınlandığında, gök sıyrılıp açıldığında, cehennem kızıştırıldığında ve cennet yaklaştırıldığında herkes ne hazırladığını anlar.” (Tekvir 8-14)
Cahiliye dönemi Araplarının kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleri, bir insanlık ayıbıdır. Bu ayıbı kınayanlar da bulunduğu gibi bazıları fakirlik ve çocuğunu besleyememe korkusu ile suçu işlerken bazıları da kızları yüzünden ileride başlarına utanç verici bir olay gelmesinden korktuğu için işlediğini söylemekteydi. Bu kötü adet, bugün kız çocuklarına baskı ve eziyet yaparak, imkânlarını kısıtlayıp eğitim-öğretimden uzak tutarak, iş imkânı sağlamayıp fırsatlarından mahrum ederek, sıkıntılı, seviyesiz bir hayata mecbur ederek sürdürülmektedir. Kız çocuklarının cahiliye dönemindeki gibi hayatlarına son verip üzerlerine toprak atılmıyor, üzerlerine ölü toprağı serpilerek ölü gibi yaşamaya mahkum ediliyor.
Allah ise bu ayetin devamında diri diri toprağa gömmek suretiyle cinayet işleyen katile söz hakkı verilmeyeceğini söylüyor. Aksine suçsuz, günahsız, koruyucusuz, mazlum kızcağıza sorular yönelterek yalnızca çocuğunu değil haksız yere insan öldüren herkesin, o gün geldiğinde yüzüne bakmayacağını, onu insan yerine koymayarak düşüreceği acıklı durumu belirtiyor.
BU KURAN ELÇİNİN SÖZÜ DEĞİLDİR.
Kuran’ı dinlememek için saklananların, kaçanların durumunu, gerçeği örtbas etmenin-cehaletin gidişini, aydınlığın- reşitliğin gelişini kanıt gösteririm ki kuşkusuz bu, güçlü, Arş’ın/en büyük tahtın sahibinin yanında çok değer verilen, itaat edilen, güvenilen değerli bir elçi sözüdür. (15-21)
“Arş” en büyük, en yüksek makam koltuğu/taht demektir. Kuran’da 26 kez geçer. Bunlardan dördü Neml Suresi’nde Sebe Melikesinin, biri de Yusuf Suresi’nde Yusuf Peygamber’in tahtı olmak üzere 5 kez kullar için geçerken, 21 tanesi de mecazî olarak Allah’ın tahtı olarak geçer. Burada arşın, mecazen Allah’a izafe edilmesi, Allah’ın en yüksek makam sahibi oluşunun, O’ndan üstün bir idarecinin bulunmayışının beyanıdır.
Ayette geçen “انّه o” zamiri Kur’an’a işaret etmektedir. Kur’an, bir elçinin sözleriyle tebliğ edildiği için “قول رسول elçi sözüdür. Ama “Elçi sözü”, elçilik yapan kişinin kendi sözü değildir. “Elçi sözü”, elçilik yapan kişinin, elçi yollayan otorite tarafından kendisine emanet edilen mesajdır, yani elçi yollayan otoritenin sözüdür. Ama pek çok meal ve tefsirde, ayette geçen “Elçi sözü” ifadesi ile Cebrail’in kastedildiği yazılıdır. Bunun sebebi, “Elçi sözü” ile “Muhammed’in sözü” arasındaki inceliğin fark edilemeyişidir. Elçi Muhammed (as), kendisinin değil, kendisini elçi olarak seçen otoritenin mesajını aktarmaktadır. Üstelik bu elçi, Allah katında itibar edilen, güvenilecek ve itaat edilecek bir elçi olduğu için, “Elçi sözü” olarak aktardığı mesajlara da itibar edilmeli, güvenilmeli ve itaat edilmelidir. Nitekim Alak Suresi’nde “Yaratan Rabbinin adına oku!” emrini alan peygamberimiz, tebliğine Fatiha Suresi’nin ilk ayeti olan “Rahman ve Rahîm Allah’ın adına” cümlesiyle başlamıştır. Yani elçinin sözleri, Allah’ın kendisine vahyettiği sözlerden başka bir şey değildir.(Tebyin-ül Kuran adlı eser)”
PEYGAMBER CİNLENMİŞ, “MECNUN” BİR KİŞİ DEĞİLDİR.
“Arkadaşınız delirmiş/ gizli güçler tarafından desteklenen biri değildir. And olsun O, O’nu açık ufukta gördü. O kimsenin görmediği, duymadığı, sezmediği, kendisine verilen vahiyler hakkında cimri de değildir. Bu, kendi düşünce yetisinin ürünü olan söz de değildir.” (22-25)
Bu ayetle de Peygamberin şahsında yapılan iftiralara karşı cevap verilerek onun bir deli mecnun ya da cinlenmiş bir kişi olmadığı anlatılmaktadır. Ayette geçen mecnun “CNN” kökünden gelmektedir. CİN: Arapça bir sözcüktür, kapalı gizli görünmeyen, uzakta bulunan v.s anlamlarına gelmektir. Mesela rahimlerde bulunan görülmeyen, gizli kapalı olan cenin gibi bir şeydir bu. Beyinlerinde rahatsızlık olan kişilere de mecnun yani deli denildiği gibi. Uzun zamandır, uzaklarda yaşayan, epeydir görülmeyen “kapalı saklı” bir dostunuz aniden çıkıp geldiğinde “Cin gibi geldin” denildiği gibi. Dünyanın hiçbir yerinde, halkın arasında bulunup insanları durup dururken çarpan özel bir varlık yoktur. Cin bir safsatadan ibarettir.
Surenin son ayetleri ile yazımıza son verelim. “Durum böyleyken siz nereye gidiyorsunuz? Bu, âlemler için; sizden doğru gitmek isteyenler için öğütten başka bir şey değildir. Âlemlerin Rabbi olan Allah, sizin düşünmenizi, öğüt almanızı dilemeyince siz dileyemezsiniz.” (22-26) Yani siz hidayeti arayıp bulmazsanız / istemezseniz Allah da size hidayet nasip etmez.