Neredeyse benden önce gelirdi mekana. Adı ya da lakabı Bobi’ydi. Sanırım o zamanlar revaçta olan Köprüaltı sinemasında ki western filmlerindeki bir karaktere özenmişti. Gerçek adını bilmiyordum sorma gereğini de hiç hissetmemiştim doğrusu. Mekanın ilk demlenen çayından içer ilk siftah parasını da verip ortadan kaybolurdu. Ancak akşama doğru yorgun ama yanık yüzündeki tebessümle yine mekan da belirir ve büyük bir hevesle taş okey masasında ki yerini alırdı.
"Bobi, her sabah gözden kayboluyorsun akşam yine buradasın ne iş?" Akşam çayını yudumlarken yüzündeki hiç eksilmeyen tebessümü bir alaycı yüz ifadesine dönüşerek cevapladı sorumu. "Kahveci bu masaya her gün oturmak kolay mı? Kimse kimseye bedavadan ekmek vermiyor çalışmak zorundayım. Her gün gündelik işlere gidiyorum. Kazandığım yevmiye yarısı banaysa yarısı evdeki şoparlara gider. Yavrucaklar aç mı kalsın?" Dedi.
Bobi ikinci makasta yaşayan roman vatandaşlarımızdandı. Gerçek ismini sorduğumda "Bobi" dedi. Sanki gerçek ismini o da unutmuştu. Hayata tutunmaya çalışan herkes gibiydi aslında. Çalışan eve ekmek getiren akşamları bir bardak çayla neşelenen herkes gibi.
Aradan bir kaç ay geçti Bobi mekana uğramıyordu artık. Oyun arkadaşlarına sorduğumda umursamaz bir tavırla bilmediklerini söylediler. Ben de bir zaman sonra başka mekanlarda çalışmaya başlamıştım.
Bir zamanlar soğuksuya geçiş üst geçit marifetiyle olurdu. İnsanları sık karşılaşılan tren kazalarından korumak için şimdiki site duraklarının orada bir üst geçit vardı. O geçitte zamanın acımasız çarkları arasında kayboldu gitti.
Soğuksuda o gün ne işim varsa, hızla üst geçitte yöneldim. Yoğun kalabalık arasından geçmeye çalışırken üst geçittin üzerinde yolun kenarına oturmuş her zaman ki merhamet dilenen insanların arasında tanıdık bir yüz gördüm. O yüz "Bobi"ydi. Bir ayağı diz altından kesikti, o da üst geçitte dilenciler arasına karışmıştı. Ne olduğunu sorduğumda o talihsiz günde yevmiyeye giderken yolda bir arabanın çarptığını sonuçta bir ayağını kaybettiğini söyledi. Artık işe çıkamadığını dilenmek zorunda kaldığını anlattı. Çocuklarının ortada kaldığını onlarında köprü altı çocukları arasına karıştığını söyledi. Köprü altı çocukları o zamanlar nerde akşam orda sabah yaşayanlar. Yatakları bir karton ya da sırasında köprü altındaki bir mekanın temizliğine ya da ayak işine karşılık barınanlar. Yarınsız bir yaşam şekli...
Zonguldak’ın zaman içerisinde çeşitli isimlerle anılan ahtapot kollu şehirle simgeleşmiş köprüsü. Yılların bakımsızlığı sonucu artık iyice yıpranmış yollarıyla zamana karşı hâlâ direnmekte makus talihini beklemekte.
Yaşayan bir köprüdür aslında. Köprü altıyla, köprü üstüyle bir yaşamı barındırmış adeta köprüye tutunan insanlarıyla bir kültür oluşturmuş bir yapı. Şimdilerde yıkılmayı bekliyor. Yıkılacak olan sadece köprü değil bir çok anı da o yıkım sırasında yok olacak gidecek. İşbilir sorumlular köprüyü yok etmenin bir simgeyi var etmekten ucuza geleceğini maddiyata dökerek izah etmeye çalışmaktalar. Bir çok gelişmiş şehirde simgeleşmiş yapılar bir bebek gibi korunurken biz de olanı yok etmek ne kolay.
Sanırım ileriki yıllarda nostaljik bir yapı olarak tarihin tozlu yaprakları arasında yerini alacak. Tıpkı diğerleri gibi eski fotoğraflarından bakacağız nice yaşanmışlıkları acı bir tebessümle yad ederek.
Köprüler bulundukları alanda iki yakayı güvenli bir şekilde birbirine bağlar. Fevkani köprüsü ise ahtapot kolları ile bir çok yakayı birbirine bağlamakta. Tıpkı Zonguldak halkını geçmişten günümüze bir çok anıyla bağladığı gibi. Geleceğe nostalji fotoğraflarından başka bakımı ve restorasyonu yapılmış bir anıt yapıyı bırakmak daha iyi olmaz mı?
Geçmişten geleceğe "67" yıllık bir selamla...
Ufuk TOKMAK-17 Ağustos 2023
Zonguldak Nostalji