Ancak Muhammed Peygamber’in elinde ve avucunda ilk 5 ayetten başka hiç bir şey yoktur ve onun neyi nasıl ve ne şekilde yapacağının bilgisine sahip olmaması nedeni ile düşünceler içindedir. Bu nedenle Allah, onu, “Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Dönüş Rabbe olmasına rağmen insan, kendisini yeterli gördüğünde, kesinlikle azar.” (Alak 6-8) diyerek ikaz etmektedir. Alak Suresi’nin 9. ve10. ayetlerindeyse peygamberin ileride salata nasıl başlayacağı ve kendisinin nasıl engelleneceği “Salât ettiği (mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olduğu; toplumu aydınlatmaya çalıştığı)zaman bir kulu engelleyen kişiyi gördün mü?” denilerek bilgilendirildiğini de bir önceki yazımız da belirtmiştik.
Ve sonra Alak Suresi’nin 10. ve18. ayetleri arasında, Mekke devletinin müşrik yöneticilerinin ellerine geçirmiş oldukları mal mülk, para ve iktidar nimetleri sayesinde şımarıp, küstahlaştıkları, bundan dolayı burunlarının bir karış havada olduğu anlatılmaktadır. Müşrikler tam da o sıralarda, bu nimetlerin ellerinden gideceği korkusu ile de daha çok azgınlaşıp küstahlaşarak insanlara zulmetmektedir. Bu yönetici müşrikler öyle bir hale gelmişlerdir ki vicdanları sızlamaz, akılları gerçekleri idrak etmez ve gözleri hakkı görmez bir durumadır. Rablerine döneceklerini dahi unutmuşlardır. Ve “salat” eden takva sahibi bir kulu tartaklayıp engellemeye çalıştıklarını ayetler bir tiyatro sahnesi gibi anlatmaktadır.
Ve Allah, surenin son bölümünde Muhammed Peygamber’e “Kella, (hayır”) kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Sen salât eden; mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmanı engelleyen o kişiye itaat etme. Sen Rabbine boyun eğip teslim ol ve yaklaştırıl/Rabbin seni Kendine yaklaştırsın.”(Alak,19) Ayette “Müşriklerin yapacakları küstahça sataşmalarına aldırış etme ve sen yoluna devam et, rabbine yönel” emri vererek onu peygamberliğe hazır hale getirmektedir.
Ancak bu surenin 9. ayetinde geçen “Salat” kelimesine tüm tefsir ve meal kitaplarında, “Namaz” olarak mana verilmiştir. Bu durum da ayetin manası şu şekilde “Namaz kılan bir kulu engelleyeni gördün mü?” olmaktadır. Ancak “Namaz” anlamı verilen bu kelimenin asıl Arapça metni “salat” olmaktadır. Salat etmeninse; “Mali yönden ve zihinsel açıdan destek olmak; toplumu aydınlatmaya çalışmak ” olduğu Tebyin’ül Kuran adlı eserde ayrıntılarıyla açıklanmaktadır.
Buna göre de ayetteki salat kelimesine namaz anlamı verildiğinde, konu bütünlüğü ve kök anlamı kaybolmaktadır. Bir de peygamberin elinde avucunda bulunan ayet sayısı 8 kadardır ve bunlar da ne salat ne de namaz diye bir kelime geçmektedir. Hatta peygamberin kendisi dahi nasıl ve ne şekilde davranacağı konusunda bir bilgiye de sahip değildir. O yüzden Allah, “Hayır, hayır sen bilmezsin, ben sana vahyedeceğim ve sen de onları biriktirip insanlara dağıtacaksın” diye uyarmaktadır. Bu durumda olan peygamber nasıl olup da namaz kılarken engellenecektir ki.!
Bir de bu ayetlerin indiği dönemde müşriklerinin peygamberi “namaz” kılarken mi yoksa “Salat” ederken mi engellediğini iki misal vererek anlamaya çalışalım. Birincisi, müşrikler, Kabe’de, namaz kılan Muhammed Peygamber’in yanına gelerek ona “Ey Muhammed burada ne yapıyorsun?” diye sorduğunda, Muhammed Peygamber de “Namaz kılıyorum” cevabını verir. Müşrikler de bunun kimseye ne zararı, ne de faydası olduğunu düşünür. Sonuçta kıldığı namazdır ve Mekkeli müşriklerin yaptığı haksızlıklara, hukuksuzluklara, adaletsizliklere, zülüm ve sömürüye karışan bir davranış değildir. Bunun için de “Ey Muhammed, sen burada ne kadar namaz kılarsan kıl sana kimse karışamaz ve hatta sen namaz kılarken önünden bir kişi geçip de seni meşgul edip nazmını bozmasın diye seccadenin önüne bir sütre de koyalım. Yine istersen sana İbrahim’in makamı gibi bir makam yapalım da seni namaz kılarken hiç kimse rahatsız etmesin, kıl kılabildiğin kadar” derlerdi.
Bu ayete “Namaz kılan bir kişiyi engelleyeni gördüm mü” diye mana verilirse, görülmektedir ki o zaman o müşrikler bırakın peygamberin Kabe de namaz kılarken onu engellemelerini, onun daha çok namaz kılması için teşvik etmektedir.
İkinci örnekte ise, “namaz” değil de metnin asıl anlamı olan “salat” anlamı verilirse ayetin anlamı şu şekilde olacaktır: “Salat eden bir kişiyi engelleyeni gördün mü?” O gün peygamber salat ettiğinde yani Kabe’de bir grup insanı zihinsel açıdan aydınlatmaya, onlara mali olarak destek olmaya (İslam’a) çağırdığında, o müşrik yöneticiler Muhammed Peygamber’e, “Ey Muhammed senin bu ‘salat’ın bizim işlerimize karışmakta, bizleri atalarımızın inandıklarından vazgeçirmekte, işimize, aşımıza karışmaktadır. Bu davandan vazgeç yoksa biz seni engelleriz. Eğer vazgeçmezsen öldürürüz” derlerdi.
Bu konuyu Hud Suresi’ndeki Şuayip Peygamber’in “salat”ına karşı engel olan müşriklerin sahnesini anlatan ayetlerden okuyalım: “Onlar dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Atalarımızın taptıklarını veya mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmeyi sana senin salâtın mı (mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı içeren dinin mi) emrediyor? Şüphesiz sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.” (Hud -87 ) “Şu‘ayb: “Ey toplumum! Hiç düşündünüz mü? Şâyet ben, Rabbimden bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şâyet O, bana Kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse! Ve Ben, size karşı çıkmakla sizi menettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum. Ben, sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmeyi istiyorum…” (Hud 88)
Tüm bu bilgilere göre Alak suresinin 9. ayetindeki “salat” kelimesi namaz kılmak olmadığı anlaşılmaktadır ve buna göre de ayetin asıl anlamı “Namaz kılan bir kul engellenmiyor, asıl salat eden engellenmektedir.”
Not; Bizim kıldığımız namazlar Kuran’da salat kelimesinin anlamında değil, dua ayetlerinde geçmektedir. İnsan’ın içerisindeki kan nasıl insanı canlı hareketli tutuyorsa, yani insan için kan ne ise Müslüman için de salatta olmak aynı şeydir. “Zihnî yönü ile salât; eğitim ve öğretimle bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, rüşde erdirmek; en sağlam yola iletmek; Mâlî yönü ile salât; iş imkânları ve güvence sistemleri ile ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, onları zor günlerinde sırtlamak, böylece de toplumun sıkıntılarını gidermektir.” (Tebyin’ül Kuran)