Olumsuzluğun olumlu bir yanı olur mu? Olur. Yaşamda sık sık görülen maddi manevi bir darboğazda dostluk-dayanışma buna bir örnektir.
Madencilerin büyük grev ve yürüyüşlerinde kendileri madenci olmasalar bile sadece Türkiye’den değil dünyanın her tarafından Zonguldak’a akan para ve yiyecekler.
Kapitalist sistemin “demokrasi” dediği sistemde birden işsiz kalıp ailece bir ekmeğe muhtaç kalanlar ve insani bir görev olarak bunlarla yapılan dayanışma vb.vb...
Bu örneklemeler çoğalabilir. 1960. 27 Mayısı, 12 Mart, 12 Eylül 1980 faşist darbe muhataplarının yaşadıkları çoğu bir anda işsiz, mülksüz, beş parasız sokakta kalan çoluk çocuğu per perişan olan ve çoğu işçi emekçi, bedeninden-iş gücünden başka satacak bir şeyi olmayan milyonlarca insanın yaşadığı sefaletler.
Yaşamdaki ağır zorluklar o insanlar için sadece işini, malını, ailesini kaybetmek olmadı bu arada en candan dostluklarda kayboldu.
Bu mağdur insanlar bir zamanlar bir ekmeklerini paylaşan arkadaşları tarafından da terk edildiler. Sistem bu işi iyi kullandı bütün amaçları insanları örgütlenmelerden uzak tutmak ve toplumu bireyselleştirmekti.
Hele de bu insanlar bir takım siyasi ve insani faaliyetlerinden ötürü gözaltına alınmış, tutuklanmış yıllarca ceza evlerinde yatmışsa, o eski arkadaşları onlardan vebalı gibi kaçıyorlarsa mağduriyet ikiye katlanır.
27 Mayısta,12 Martta,12 Eylülde ve en son feto davalarında bunlar yaşandı.
Bozulan dostluklar hepimizin gözleri önünde yaşandı.
Bu mağduriyeti yaratanlar, mağdur aileler ile dayanışma içinde olanları bile gözaltına alıp dayanışmayı ceza ile durdurmaya uğraştılar ama olmadı.
Yoksulluğu, acıyı, açlığı, işsizliği çok iyi bilen Anadolu’nun yoksul emekçi halkı devletin mağdur ettiği bu insanlarla dayanışmayı gerektiğinde canını da ortaya koyarak sürdürdü.
Bunun en son örneklerinden birini 1960. 27 Mayısı, 12 Martı, 12 Eylül 1980 i yaşayarak gören ben, Kayseri de yaşamını sürdüren kızım Eylemin korona illeti nedeniyle yaşadıklarını anlatması sonrası bir kez daha yaşadım.
Eylem kızım Kayseri de sanayide bir işte çalışıyor.
Mart ayına yani korona başlangıcına kadar Yüz Yetmiş Bin kişinin çalıştığı sanayide Altı ayda Kırk Binden fazla kişinin işsiz kalmasından sonra işsiz kalan tanıdıklarına arkadaşlarıyla ufak bazı yardımlar yapıyordu.
Bu son anlattığı bir insan olarak beni çok etkiledi. Bunu, dayanışmanın sadece para değil karşı tarafa manen de ne kadar moral verdiğini anlatmak için sizlerle paylaşmak istedim.
Eylem kızımın yaşadığı bina yedi katlı, her katında dört daire var; yani toplam Yirmi Sekiz daire. Bu dairelerde oturanların çoğunluğu Kayseri'nin köylerinden, aralarında Suriye ve Iraklılar da var. Çoğunluk işçi emekçi.
Bir ay önce dairenin birinde ikamet edenlerde korona çıkmış ve daire karantinaya alınmış, şimdi ise 7 dairede korona çıkmış ve bu daireler de karantinaya alınmış.
Karantinaya alınan dairelere giriş çıkış yasak, dairelerin önüne kırmızı şerit çekilerek tecrit edilmiş. Dairelerin hepsinde de ikişer üçer çocuk var. Belediye apartmanı her gün dezenfekte ediyormuş. İhtiyaçlarını nazları geçtiği komşulara telefon açıp söylüyorlarmış. Mali durumu iyi olmayanlara Belediye yurtlara gitmelerini söylemiş, tabi kimse evini ailesini terk etmek istemiyormuş.
Bu arada çokları zor edindikleri işlerini kaybetmiş. Karantinaya alınmayan dairelerdekiler dışarı çıkmadan önce karantinada olanların kapısını kapı dürbününden gözleyip kimse olmadığını gözleyince dışarı çıkıyorlarmış.
Bu durumdan insan olarak çok üzülen komşuları kendi aralarında görüşüp karantinada olanlara yemek ve kumanya vermeyi düşünmüşler ve bunu telefonla karantinada olan karşı, alt ve yan komşularına bildirmişler.
Eylem kızım bundan sonrasını ağlamaklı bir sesle şöyle anlattı:
“Baba, yemekleri hazırlayıp karşı komşuma vermeden önce kapısına yemek ve kumanya getireceğimi, ben bunları bıraktıktan ve evime girdikten sonra alabileceklerini söyledim. Nitekim öyle yaptım. Kapıya bıraktığım yemeklerin arasına çokella ve süt de koymuştum. Evime girer girmez komşumun kapısı açıldı, içeride üç çocuk vardı, hepsi de annelerinden önce kapıya çıktılar ve çokella – süt poşetini açıp ‘Annee Eylem teyzem süt ve çokella da almış’ deyip nasıl sevindiler bir görsen…”