Ters tarafta kalıyor benzinlikler. Giderken uğramak pek işime gelmiyor. Dönerken uğrarım diyorum ama muhakkak unutup geçiyorum. İşte bu yüzden epeydir benzin ışığı gözüme gözüme girmekteydi. Cumartesi akşamıydı, stada gittim spor için. Tur tur koştum. Kan ter içinde kaldım saçlarımdan ve üzerimdeki yağmurluğun kollarından ter sızıyordu. Yetmedi, aletler var kenarda onlarla sarmaş dolaş oldum, bisiklet çevirip mekik dokuyarak canımı çıkarttım. Dedim eve geçerken artık benzin alayım yoksa bu ışık beni kör edecek. Benzinliğe gittiğimde saat 17.30’du. Akabinde 18.30’da bir arkadaş toplantısı programım var ona yetişmeli, yaptığım browni’yi götürmeliydim. Her zaman olduğu gibi dar zamana bol şeyler sıkıştırmakta üstüne olmayan saçma kişi ben, adeta başıma bir şey gelmesi için kaşındığımdan, basıp kuzu kuzu evime gideceğime lastiklere hava basayım dedim. Sordum pompacıya "var mı teçhizatınız?" Aynen şöyle cevapladı: “olma mı apla” “Apla” ne? “Apla” kim tirbiyesiz, “apla” senin halandır, teyzen ya da yengendir, ben değilim. Senden taş patlasın 20 yaş büyüğüm (Öhö az da değilmişim hani, abla değil teyze dese yeri var) Neyse bu konuyu geçiştirmek durumundayım, hayır konudan uzaklaşıp sizi sıkmıyım diye yoksa bahsetmek istemediğimden değil vallahi.

Sordum, dünya ahret bacım olsun pompacıya, "Nasıl yapılıyor bu" “Du ben yapıverem, vi anaktarını baken” dedi, arabayı pompanın yakınına çekmek için. "Peki" deyip, gittim parayı ödemeye. Çıktığımda adam son lastiğe hava basıyordu. "Sağ ol" derken ensemden hala ter sızıyordu, hava soğumaya başlamıştıHemen atladım arabaya, kapadım camı çerçeveyi, açtım kaloriferi oh sıcak sıcak tuttum evin yolunu. Fakat arabada, benden bağımsız hareket eden bir şey vardı sanki. Ben yola çektikçe o kaldırımdan gitmek için çabalıyordu. Hasbinallah, "Çok hava bastı herhalde" diye düşündüm. Adeta arabayla dövüş edercesine kontrol altına almaya çalışırken ranga ranga bir efekt eşliğinde 200-250 m ilerledim. Bu sefer de sağ tarafta bir yola yapışma eğilimi hasıl oldu araçta. Demin kaldırıma çıkacaktı şimdi de yola yapışıcam diyor bu ne ya? Bu da kayışı sıyırdı zaar dedim. Bu depresif haller, bu kaprisli bunalımlı tavırlar çok canımı sıktı. Pek yapmam aslında ama "Ulen asabıma bozma valla başka arabalara giderim" tehdidiyle kalbini kırdım. "Kaportasına tükürdüğümün düldülü" diye de hakaret ettim…

Biraz daha ilerleyip, uygun bir yerde sağa çektim, hele bir bakayım diye indim ki ne göreyim. Benim sağ ön lastik son nefesini verirken dili de sarkıtıp yola doğru yayılmıştı,  araba jantın üstünde oturuyor. Kahretsin. Hava zehir gibi, ensemden buzlar sarkmış kafam donmuştu. Bu durumla üşütüklüğümü iyicene mühürlemiş oldum. Hemen aldığım yazarkasa fişini bulmalıydım ki istasyonun telefonuna ulaşayım. Buldum ama okuyamadım. Öf bir de gözlük bulmalıydım ve he zamanki gibi gözlük çantanın dibinde bir yere saklanmış, ulaşılamadıkça da keyiften kıs kıs gülüyor olmalıydı. Nihayetinde onu da buldum ama karınca duası gibi yazıların içinde telefon no’sunu seçemedim. Kek gibi kalmıştım orada. Benzinlikten de 300 m uzaktaydım. Yürüsem istasyona varmadan katılaşır ceset olurdum. En iyisi kızım, sen koş dedim böylece terin kurumamış olur. Bir kalktım depara koş Allah koş. O yolda, o saatte de  bizim kurumun insanları vızır vızır olduğundan ertesi gün işyerinde beş-altı kişinin “aha dün yolda küfe hoplatan manyak bu değil mi" demesi işten bile değildi. Bir yandan da soğuktan gözümden ve tabi burnumdan yaşlar süzülüyordu. İğrenç ama genelde böyledir, insanın burnu akar. Ben de yarı insan sayıldığımdan, oluyor işte kaçış yok. Daha kötüsü de oluyor arada, oralara  girmiyim şimdi. Konu zaten yeterince sulandı bir de bulandır mıyım.

Dilim dışarda vardım, pompacıya, durumu özet geçtim. "Sibop kapağını takmamışsın söndü indi lastik" dedim. “Amaan o önemli değil be apla” demez mi, bak gene "apla" dedi. "Abla kim ulen" diye başlayacak oldum, bi yılgınlık geldi, vazgeçtim.  "Olur mu yahu öyle saçma şey"  deyince, "İçinde iğnesi vardır onu kırmışındır" demesin mi? Yahu ben sibobun iğnesini niye kırayım, manyak mıyım? İnsan sinirlenir elindeki bardağı atar kırar onu anlarım da, "Canım çok sıkkın en iyisi cantı söküp, sibop iğnesini kırayım"  mı dedim yani. Bu manyaklığı yapacak kadar nitelikli bir psikopat gibi mi duruyorum. “Yok abla olur mu olur."  (Ablalar kaldırsın seni dağa inşallah) "Ama ben bi şey yapmadım, sendendir o” diyerek sorumluluktan yırtmaya çabaladı. "Bak kardeşim, canım ciğerim"  diyerek naif bir girizgahla tepemden çıkan kıvılcımların ve göz pınarlarımdan ona doğru akan lavların yakıcı etkisini hafifletmeye çalıştım, hatta bir ara elimi beline dolayıp iki tur horon bile tepmeye zorladım. "Yaşlı ve her şeyden öte kadınım, ayrıca yorgun ve mağdurum, suçsa ve kiminse artık önemi yok, bana yardım etmeniz lazım." Dedim. Bunu derken dudaklarımı aşağıya sarkıtıp gözlerimi şaşı, kaşlarımı da çadır (bkz. Küçük Emrah) yaptım, ellerimi göğüs hizamda birleştirip hafif çömelerek beden diliyle yalvardım. Nesli tükenmekte olan sporcu bir bayan pandanın s.o.s'i ilgi çekti, istasyondan bir yetkili geldi. Bir minibüsle gittik arabamın yanına. Bu arada saat oldu 18.00. Adamcağız "anahtarı verin ben hallederim, sizi eve bırakayım akşam alırsınız arabayı" dedi. Kabul ettim. Eve geldim, asansörle ama ondan hızlı çıktım nasıl oluyor bilmiyorum ama benden sonra geldi asansör. Evde müthiş bir süratle işimi bitirip, brownimi koltuğumun altına aldığım gibi, sokağa attım kendimi. Bindiğim dolmuşun şoförü de bana "ABLA" deyince ağlayasım geldi. Şu iğrenç "ABLA" hakaretini TDK’ya müracaat edip lügatten sildirmeye karar verdim. Dolmuştan inip, virane halimle, belediye otobüs duraklarına  yöneldim.  Otobüs geldi, ön ayaklarımı kullanarak artık hareket edemeyen arka ayaklarımı basamaktan içeri, sürükleyerek taşıdım. Bir Allah’ın kulu da şu garibe yer vereyim demedi. Kendimi tutamaklara asıp, otobüsün içinde bir o yana bir bu yana savrula savrula yolculuğu bitirdim. Arkadaş toplantısı programına cismen iştirak ettim ama ruhen edemedim. Çöktüğüm iskemlede uyuya kalmışım. Brownimin beğenildiğine dair sözcükler geldi kulağıma hayal mayal. Hadi gidiyoruz dedi biri ve yine o biri beni eve bıraktı. Ertesi gün gittim arabayı aldım.

Görüldüğü gibi bu öyküye en uygun isim "PARMAKLI BROWNİ” dir.  (Çatlaklık parayla mı? Trabzonlu olunca böyle her bi şeyi tersinden algılamakta üstüne olmuyor insanın, oysa ilk okuyan herkes şak diye bu yazının ana fikrinin, terliyseniz sakın sakın lastiklere hava basmayın uyarısı olduğunu anlar) Bu tatlının adını ben koydum. Böylece bugün itibariyle literatüre bu isimle kazınmıştır.  Bir ara tarifini yazarım yapar yersiniz, acayip güzel olduğundan, parmaklarla beraber yeniyor. O yüzden adına parmaklı browni diyorum :) Yazıyı okurken başlığıyla ne zaman bağlantılancak diyenler olduysa parmak kaldırsın, korkmayın yemiycem. Bu yazı beni bile güldürdü yoksa ne derece ciddi ne kadar genel müdür kıvamında resmi bir kişilik olduğumu herkes bilir. Bir sonraki yazıya kadar lastikleriniz şişik, parmaklarınız inik olsun. Kisstim herkeşi.