Solgun bir gül
oluyor dokununca...
Hiç… Ama hiç kolay olmayacak…
Bir anneyi, 10 punto yazıyla 2 sütun köşeye sığdırmak…
Hele ki o kadın, sizin anneniz ise…
Son sözleri bu oldu…
“Ölecem galiba ola”
“Ola” bizim oralarda birine seslenme ünlemidir…
Bir başka manası da ‘arkadaş’ anlamına gelir…
Annem, 63 yıla sığdırdığı ömründe hem ana, hem baba, yeri geldiğinde arkadaş oldu çocuklarına…
Balkaya’da TTK’nın denize dökülen atıklarından avuçlarıyla topladığı kömürle bir yandan 5 evladını okutup hayata hazırlarken…
Diğer 6 çocuğunu, aynı avuç içleriyle daha kundakta süt kokarken toprağa vermenin tarifi olur mu?
Çile kadınıdır benim anam…
Emeksiz ekmeği hiç olmadı…
Yoksulluğun, acının romancısı Kemalettin Tuğcu bile tasvir edemezdi ki onun hikayesini, ben size nasıl anlatayım...
Mücadeleci ruhumu, merhameti, hayal gücümü ona borçluyum…
Televizyonu olmayan, elektriksiz bir evde sadece karnımızı değil, ruhumuzu da besledi soğuk kış günlerinde anlattığı sımsıcak masalları ve öğretileriyle...
İlkokul sıralarında öğrendiği o şiirle, yine onun ağzından tanıdık ilk kez Atatük’ü...
“Nerede o İzmir’e sancak gibi girişi,
Sarı saçlı, mavi gözlü kumandan…”
Hiç kuş lastiğim olmadı benim…
Annem öyle bir anlatırdı ki kuşları…
“Aman oğlum, onun da annesi var, onun da yuvası var… Akşam eve dönmezse annesi ne yapar”
Kömür küfesinde gider, aynı küfeye kıvrılarak dönerdim Balkayası’ndan...
Bir keresinde taa Kozlu Güney Mahallesi’ndeki evimizden sabahın ayazında düştük yola. Film platolarını aratmayacak kadar zengin bir görselliği vardı Balkayası’nın. Sırtına bağladığı çocuğuyla TTK’nın metrelerce yükseklikteki bandından düşerek su arklarından denize dökülen kömür atıkları arasında evinin rızkını, çocuklarının geleceğini arayan kadınlar arasından sıyrılıp… Elek ve ıslak kıyafetlerimizi koyduğumuz derme çatma kulübemize ulaşıyoruz...
Bin bir zahmetle topladığımız neredeyse 2 ton kömürün yerinde yeller estiğini görünce bu zalim dünyada ilk kez “kötülük” ile tanışıyorum…
Bizi inatçı, gözü pek bilip, “Bu çocuğun arkasında kesin birileri var” diyenlere cevabım hep aynı oldu:
Anne duası…
Ya şimdi…
Behçet Necatigil’in dizlerinde ki gibi...
“Solgun bir gül oluyor dokununca…”
Adı gibi taze bir gül oldu ömrünce…
Etrafına mis kokular, bereket saçan…
Halbuki, daha gidemediği yollar, kavuşamadığı kollar vardı…
Halbuki, bu hikaye böyle bitmemeliydi…
Şimdi kim korur bizi kötülüklerden, kim dua eder ardımız sıra, kim el sallar pencereden…
Kime deriz “Nasılsın ana?”
Kim der bana “Gadan alem oğul”
Kim okşar saçımızı…
Kim bekler yolumuzu…
Hani kömür yolunda o kadın, “Kadın kadın… Sen şimdi onu sırtında taşıyorsun ama… Bakalım o seni büyüyünce sırtında taşıyacak mı?” demişti ya…
Sana layık olabildik mi bilmiyorum ama… O güzel yüreğine layık bir evlat, iyi bir insan olmak için yaşıyorum…
Hakkını helal et güzel annem…
Öğütlerin mezarındaki kırmızı güller kadar tap taze hala...